24 Mayıs 2010 Pazartesi

İstiklal Harbi Gazisi Hacı Hafız Hüseyin YILDIRIM’IN Hayatı

01.07.1890*22.11.1955



Birinci Dünya ve İstiklal Savaşı gazisi olan dedem; Koçgazili Yüzbaşı Hacı Hafız Hüseyin Yıldırım, 01.07.1890 yılında Sandıklı’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sandıklı’da bitirdikten sonra Muradin Camii yanındaki medresede Hacı Ahmet Keskinzade’den ders almış, daha sonra eğitimini tamamlamak için Uşak Karbasan medresesine devam etmiştir. Bir üst seviyede eğitimini sürdürmek için Bağdat’a gitme hazırlıkları içerisinde iken Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine yedek subay olarak İstanbulda’ki Harp Okuluna çağrılmıştır.
Çanakkale, Romanya, Galiçya cephelerinde savaşmış, defalarca ağır yaralar almıştır. Daha sonra İstiklal Savaşı’nda Batı cephesindeki tüm savaşlara katılmış, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları, Eskişehir Kütahya Savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz Başkomutanlık Meydan Muharebelerine katılmıştır. Aldığı yaralar nedeni ile malulen yüzbaşı rütbesi ile emekliye sevk edilmiştir.
Sonraki yıllarda savaş anılarını derlemiş, 150 sayfanın üzerinde olan bu anılarını, ileride kullanılabilir düşüncesi ile 1955 yılında Genelkurmay Başkanlığına göndermiştir. Bu anılara ulaşabilmek için Genelkurmay Başkanlığı ile yazışmalar devam etmektedir.
Büyük Taarruz sırasında gösterdiği üstün başarıdan dolayı aldığı takdir belgesi bizzat Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından imzalanmış olup şu anda Genelkurmay Başkanlığı müzesinde bulunmaktadır. Ayrıca İstiklal madalyasının yanında Alman Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devletleri’nce verilen nişan ve madalyaları da vardır.
İstiklal Savaşı yıllarında tanıştığı Ispartalı Sıhhiye Bölüğünde Teğmen Ahmet Hüsrev Efendi ile dostlukları ölünceye kadar devam etmiştir. Hüsrev Efendi’nin “O çok kahraman bir insandır.” dediği dedem, 22.11.1955 yılında Sandıklı’da vefat etmiştir. Cenazesi yıkanırken vücudunun değişik yerlerinde 42 kurşun yarasının olduğu cenazeyi yıkayanlar tarafından da görülmüştür.
Mezarı, İstiklal Savaşı yıllarındaki yakın dostu ve silah arkadaşı olan Miralay Reşat Bey’in asri mezarlıktaki anıt mezarının hemen sağ tarafındadır.
Bu vesile ile şehit ve gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anarken onların aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor ve dedemin anılarının bir kısmını kendi ağzından ve kendi kaleminden naklediyorum.

Tahir YILDIRIM
Emekli Tarih Öğretmeni

“Osmanlı Devleti’nin Birinci Cihan Harbi’ne girmesi ile birlikte hizmet-i maksure erbabından olmak üzere 1330 rumi (1914 Miladi) senesi eylül ayında İstanbul’daki Mektebi Harbiyeye (Harp Okulu) sevk edildim. Gerekli eğitimlerin verilmesinden altı ay sonra teğmen rütbesi ile Çanakkale’deki 15. Fırka (tümen) 39. alay 6. tabur 1. bölükteki görevime başladım. Çanakkale Savaşları’nda bizzat aktif görevlerde bulundum. Bu esnada İngiliz ve Fransız filoları Arıburnu, Kabatepe, Seddülbahir ile Semendirek Adası arasında bulunuyordu. Arıburnu, Kabatepe ve Kumdere sürekli ateş altındaydı. Düşmanın yoğun ve acımasız ateşi vatan topraklarımızı cehenneme çeviriyordu. Duman, sis, toz ve barut kokusu, insan etinin kokusuna karışıyordu. Aman Allahım! Anlatılması gerçekten zor bir manzara idi.
22 Mayıs 1331 Rumi (1915) tarihinde çok şiddetli taarruzlar oluyordu. Fırkamız Miralay Mustafa Kemal’in fırkası ile yan yana savaşıyordu. Buradaki düşman taarruzları sırasında muhtelif yerlerimden müteaddit (birçok) yaralar aldım. Tedavimin yapılmasından hemen sonra tekrar aynı fırka ve bölükte savaşa devam ettim. Savaşlar olanca gücü ile devam ederken denizden ve karadan Çanakkale’yi geçemeyeceklerini anlayan İngiliz ve Fransız donanmaları, 1322 (1916) Kanunevvel ayı’nın (Ocak) 27. günü alaturka saat ile 10.00’da Anafartalar, Arıburnu, Kabatepe ve Kumdere cephelerinden çekildiler. ‘Çanakkale Geçilemez Destanı’ Türk zaferler tarihine bir kez daha altın harflerle yazılmış oldu.
Çanakkale’de bulunan fırkalar Uzunköprü civarındaki köylerde kışı geçirip mart ayında Bandırma yakınlarındaki Edimcik köyünde istirahat ettiler. Bu kısa istirahat sonrası fırkamla birlikte İstanbul Bakırköy’e geldim.
Fırkamız bir ay sonra Birinci Cihan Harbi’nde müttefikimiz olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Bulgaristan Devletleri’ne yardım etmek üzere ve alınan emir gereği Romanya’ya hareket etti. Edirne, Tırnova, Eskicuma, Varna yolu ile gittiğimiz Romanya’da Hacıoğlu Pazarcığı’nda harbe girdik. Fırka kumandanımız Şevki (Doğan) Bey’di. Fırkamızın görevi Tobriç ovasını geçip Müneverce ve Tırnova şehirlerini işgal etmekti. Bulgaristan ordularının yedi aydır alamadıkları bu bölgeyi üç günde sekiz binin üzerinde şehit vererek süngü hücumu ile aldık ve Romanya’yı işgal ettik. Bu görevi başarı ile yerine getirdiğimiz için fırkamıza 15 gün istirahat verildi.
İstirahat bitiminde karşımızdaki Rus Çarlığının 17. Sibirya kolordusuna karşı amansız bir savaşa giriştik. Bu savaşta da muhtelif yerlerimden yaralar aldım. Üst üste aldığım ağır yaralardan dolayı Babadağı Ortaköy Alman Mecidiye Hastanesinde tedaviye alındım. Burada tedavim sürerken kendi devletimizin gönderdiği Hilali Ahmer (Kızılay) Hastanesine, bir ay sonra da İstanbul’daki Kulelidibi İngiliz Bahriye Hastanesine nakledildim. Buradaki tedavime müteakiben Harbiye Heyeti Sıhhiyesince (Sağlık Kurulu) yaralarım dikkate alınarak hizmeti maksureye (geri hizmete) alındım.
Bandırma’daki 5. ordu askerî hapishanesi müdürlüğüne atanıp bir süre burada görev yaptım. İstiklal Savaşı’nın Batı cephesinin oluşturulduğu yıllarda hapishane lağvedilince 23. fırka emrine verildim. Birinci ve İkinci İnönü Muharebeleri’ne katıldım. Hemen burada küçük bir anımı aktarayım. İnönü mevzilerinde muharebe esnasında birkaç askere tepeye çıkıp Yunan ordusunun durumunu gözetlemelerini emrettim. Askerlerin bir an tereddüt etmeleri üzerine hemen atıma atladım ve atımı tepeye, zirveye doğru sürdüm. Tepeye çıktığımda boynumdaki dürbünle Yunanlıları tam izlemeye alacaktım ki Yunan mitralyözü (makineli tüfek) amansız bir şekilde ateşe başladı. Dizlerimden ve göğsümden yaralanıp attan düştüm. Bilincimi kaybetmeden kendi tarafımıza doğru tepeden aşağı yuvarlandığımı hatırlıyorum. Daha sonra sıhhiye erleri tarafından revire götürülmüşüm. Sıhhiye Bölüğü Teğmeni Ahmet Hüsrev Efendi ihtimamla bakımımı üstlenmiş. Böylece çok iyi bir dostluk başladı. Bu dostluğumuz bütün harp boyunca ve harpten sonra da devam etti.
Elma Dağı’ndaki Yunan müfrezelerine saldırıda bulunarak onları geri attık. Fırkamız Çöğürler ve Nasuh Çayı taarruzuna muntazaman iştirak edemediğinden geçici olarak beşinci Kafkas fırkası emrine bölüğümle birlikte intikal ettim. Fırkamızla birlikte topluca Kütahya dağlarından Eskişehir dağlarına atladık. Ordumuzun bakiyesi Eskişehir ovasında toplandı. Burada Yunanlılara büyük bir darbe vurmak amacı ile taarruza geçtik. Ne yazık ki bu taarruz akim (sonuçsuz) kaldı. Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar Yunanlıların eline geçince Sakarya’nın doğusuna çekildik. Bu arada ikinci defa olmak üzere 23. fırkanın emrine verildik. Fırka kumandanımız Yarbay Ömer Halis Bey (Bıyıktay), alay kumandanımız ise Arnavut Besim Bey idi.
Sakarya Meydan Muharebesi başlayınca Beylik köprü cephesinde savaşa katıldık. Sakarya’daki şiddetli Yunan taarruzu 15–20 gün sürdü. Yunan birlikleri Sakarya Nehri’ni geçerek Ankara’ya doğru yürüyüşe geçtilerse de şiddetli bir direnişle bu saldırıyı durdurduk. Fırkamız 15 ve 57. fırkalarla birlikte hareket ederek Çekirdeksiz köyü civarındaki taarruzumuzla birlikte önce düşmanı durdurduk, sonra da Sakarya’dan batı yönünde Afyon istikametinde Yunanlıları kovaladık. Bu savaşta da aldığım yaralar nedeni ile Ankara Hastanesine nakledildim. Tedavimden sonra fırkamı Emirdağ Bayat nahiyesinde bularak bölüğümün başına geçtim. Bir müddet sonra Bayat’tan hareket ederek Afyon- Şuhut cephesindeki yerimizi aldık. Bu cephede bir yıla yakın bekleyerek büyük taarruz için gerekli tüm hazırlığımızı yaptık. 1338 yılı ağustosunda (26 Ağustos 1922) tüm cephe boyunca taarruz emri verildiğinde fırkamız da harekete geçti. 26-28 ağustosta çok kanlı çarpışmalar yaşandı. Afyonkarahisar düşman işgalinden kurtarıldı. Fırkamız aldığı emir gereği Tınaztepe’nin sağındaki tepeye taarruz etti. Miralay Reşat Bey ve birliği yan tarafımızdaki tepelere taarruz etmekte idi. Düşman bu bölgede şiddetle direniyordu. Kayıplarımız had safhaya ulaşmıştı. Şehit ve yaralılarımız sayılamayacak kadar çoktu. Daha sonra topçu bataryalarımız devreye girdi. Toplarımızın sürekli ateşi ile düşman siperleri hallaç pamuğu gibi atıldı ve yerle bir oldu. Neye uğradığını bilemeyen düşman Tınaztepe’nin sağında bulunan Çamlıdere’ye döküldü. Bu arada ordumuza büyük kayıplar verdiren düşmanı tamamen imha etmek maksadı ile komutanlarımdan emir almadan bölüğüme taarruz emri verdim. 500 metre ilerideki düşmanın gizlendiği geniş vadiyi ateş altına aldırdım. Vadideki düşman birlikleri ölü ve esir olmak üzere tamamen yok edildi. Komutanlarımdan emir almadığım hâlde taarruz emri vererek zapt ettiğim tepeyi dürbünle tarassut eden (gözetleyen) ve arkamızdaki hatt-ı bela üzerinde bulunan Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, diğer komutanlara taarruz emrinin kim tarafından verildiğini sormuşlardır. Kumandanlardan İsmet Paşa, İzzettin (Çalışlar) Paşa, alay komutanım ve özellikle tabur komutanım Ziya Beyler ‘Biz emir vermedik.’ demeleri üzerine Mustafa Kemal Paşa çok duygulanmış ve bu durumu yanındaki yaverine not ettirmiştir. Bu memnuniyetini harp bitiminde 600 lira nakit para ve takdirname ile taltif etmişlerdir.
O gün hiç unutamadığım an; tepe taarruzu sırasında akşam karanlığı çöktüğü esnada şehitlerimizin birikmiş kanları üzerine ay ve yıldızların şavklarının vurduğu andır. Sanki şanlı bayrağımızı görür gibi olduğum zamandır.
Buradaki taarruz sırasında her iki ayağımdan mitralyöz ateşi ile yaralandım. Ama o vadi de düşmana mezar oldu. Savaş bittikten sonra tedavi için önce Şuhut Hastanesine, oradan Afyon, daha sonra Konya Hilal-i Ahmer Hastanesine, oradan da Bursa Hastanesine nakledildim. Tedavim mümkün olmadığından Ankara da ki Cebeci Hastanesine sevk olup oradan altıncı dereceden yüzbaşı rütbesi ile malulen emekli edildim.
İstiklal Savaşı öyle bir duygu, öyle bir ruh, öyle bir davadır ki o bayraktır, o vatandır, o millettir, o şereftir, o şandır! Aldığımız bunca yaralarda bize en büyük nişandır! Bu nedenle boşuna akmadı bunca kan, boşuna verilmedi binlerce can! İşte, böyle kurtarıldı bu vatan!..”
Vatan size minnettardır. Nur içinde olun aziz büyüklerimiz. Keşke herkes anılarını yazsa idi. İstiklal harbi anılarını konuşurken Tahir hocam anlattı bizde hocam bunları bize yazılı olarak versen dedik. Sağ olsun oda yazılı verdi.
Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder