15 Aralık 2010 Çarşamba

TALAS HOCA

TALAS HOCA
Edhem hoca’ya Ramazan’da iftara 15 dakika kala bir misafir gelir. Kapıyı çalar.
Edhem hoca kapıya bakar birisi misafirim deyince içeri buyur eder.

Allah, Allah hayırdır deyince misafir içeri girer.
Zaten iftar zamanıdır. Sofra konmaktadır. Allah ne verdiyse sofra hazırlanır. Sofra da, çorba, ekmek, tuz var. Misafir şöyle bir ortalığa bakar Şehirde olsaydık şimdi sofraya mis gibi buharı kokan pide gelirdi, diye konuşur/mırıldanır.
Bunu duyan Edhem hoca arkadaşına bak bi şehirde minarelerin ışıkları yanmış mı? Der
Arkadaşı şehre doğru bakar. Işıklar henüz yanmamıştır.
Edhem hoca da bakar ışıklar yanmıyor.
Hoca o an palas pandıras bir an kaybolur. Bir Talas kopar.
Hoca döndüğünde sofraya mis gibi susamlı sıcacık buharı çıkan pideyi getirir.
Talas hoca, arkadaşı ve misafir pideyi afiyetle yerler.
İşte bu olaydan sonra İbrahim Edhem hocanın adı/lakabı Talas olarak devam eder.
*/*/*/*/**/*//*/**//**//**//*//**/*/
Eskiden cami imamları hak ile görev yapıyorlardı. 70’lerin ilk yıllarında bu cami görevlilerine ortaokul diploması almak kaydı ile kadro verildi. Menteşin cami görevlisi hoca iki defa imtihanlara girse de başarılı olamaz.
Talas hoca cami görevlisine sorar.
--‘’Hoca sizin imtihan nasıl oldu’’ der. Cami görevlisi
—Hocam iki defa imtihanlara girdim başarılı olamadım deyince.
Talas hoca
Cami imamının avucuna Arapça bir şeyler yazar. Üstünden tekrar yazar. Ve derki
Hoca efendi okula varınca Kuran-ı Kerim’deki şu ayeti oku. Sınıfa girince şu ayeti oku sana yardımcı olacaklardır. Müsterih ol. Der.
Cami görevlisi Talas hocanın dediklerini yapar. İmtihan kâğıdını cevaplar ama iki soruyu bilemez. Düşünürken imtihan görevlisi öğretmen gelir.
—Hoca efendi ne düşünüyorsun der. Hoca
—Şu iki soruyu hatırlayamadım. Onları düşünüyorum deyince.. Görevli
Soruların cevabını söyleyiverir.
Cami görevlisi hoca cevapları yazar yazmasına da görevliye de sormadan edemez.
Siz bu soruların cevabını niye söylediniz der.
İmtihan görevlisi
Hocam ben sizin arkanızda falan yerde bir Cuma namazı bir de falan yerde yatsı namazı kıldım. Bunun karşılığı da iki soru cevabı verdim der. Görevli kayboluverir. Cami hocası bu durumdan çok etkilenmiştir.
***/*/*/*/**********/////**/**/*/**/*
Talas hoca Menteş’te çok sevilmektedir. Çok kişi hayırla yad etti. Fakat Talas hoca sigara içerdi. Tiryaki idi dediler.
Talas hoca bir gün rahatsızlığından dolayı doktora gider. Talas hocayı muayene eden Doktor, Üç beş dakika da muhabbet eder. Sonra der ki
—Hocam sigarayı bırakın deyince.. Talas hoca
—Doktor bey sizinle üç beş dakikadır muhabbetimiz var. Ama bu sigara ile altmış senedir beraberiz. Nasıl bırakırım. Hem ayıp olmaz mı? Bu sizin buyurduğunuz ahde vefaya uymaz deyince. Doktor
—Hocam ne derseniz deyin siz bu sigarayı bırakmaz iseniz o sizi bırakacak haberiniz olsun, o zaman ne yapacaksınız? der.
Talas hoca Doktorun bu sözlerine bir cevap veremez. Ve anılarında da doktorun sigara seni bırakacak dedi de bir şey diyemedim der anlatır. Bu muhabbeti yaparken hacı abiyim de ‘Gaba dumanın, sağlam imana zararı olmazmış.’dedi.
*****--*****//*/**/***********//***
Talas hoca Sandıklı da bir arkadaşını ziyarete gelir. Arkadaşı iş yerinde olmayınca Bir pusulaya (ufak sigara kağıdına) ‘’ adı Talas, vardığı yerde beş dakika durmaz.’’ Diye yazar gider. Hak ile cami görevi yapar ama aldığı hakkı veya yaptığı hizmette aldığı ücreti hemen eşinen dosttu
nan yer yarına bir şey bırakmazmış. Talebe okutur. Aldığı hak ücretlerini onlara lokum, bisküvi, gazoz alır onlara yedirirdi. Un alır kendi hamuru yoğurur fırına götürür üç dört ekmek ederdi. Yemeğini pişirir bulaşığı kendi yıkardı. Evi dımıl, dımıl tertemizdi. Kendi siler süpürür kimseye yük olmazdı.
**************************
Alamescit köyünde caminin haricinde bir geniş köy odasında imam tutarlar. Köy ufak bir dedikodudan dolayı ikiye bölünür. Bu durumu duyan Talas hoca Alamescit’e gelir. Caminin imamına bugün ben vaaz veren hutbeye çıkan der. Sala vermek için de anahtarı ister. Cami hocası derhal hocam der ve anahtarı verir. Talas hoca minareye çıkar
‘’Aşağıda adak, yukarıda kabak, ya Rasülallah, gel de şu köyün haline bir bak der.’’
Bu sela’yı duyan köy halkı. Bu ses Talas hocanın derler. Talas hoca geldi gidelim de konuşalım dinleyelim diye her kes camiye gelir. Talas hoca dargınları barıştırır. Köy odasında namaz kıldıran hoca köyden ayrılır. Cami hocası bir günahının bulunmadığını durumu geç öğrendiğini falan söyler.
Köy halkını yeniden birleştiren Talas hoca Menteşe döner.
*****************************
Talas hoca Sandıklıya geldiğinde saç yemeği hazırlarlar. Saç pişirilen fırında bazen fırıncının, fırıncı Fehmi ustanın elle hamur yoğurmasını seyretmek hoşuna gidermiş. Talas hoca saç yemeğini yer ücretini öder. Ama mutlaka ellerinize sağlık usta ekmek iyi pişmiş lezzetli idi, saç ta çok güzel olmuş. Ellerinize sağlık derdi. Tabii ki marifet iltifat ister. Talas hoca iltifat ederdi. Çok narin efendi adamdı. Onun hakkında o zamanlar ajan falan diye laf çıktı ama aslı çıkmadı. Çok mütedeyyin sağlam şahsiyetti. Muhabbetimiz ekmek fırın üzerine olmuştu.(Fehmi Özeski)
Talas hocanın balkan göçmenlerinden olduğu bilinir. Said Nursi ile arkadaşlığı vardır. Çok zaman Said Nursiyi ziyaret etmiş. Said Nursi’de Talas hocayı ziyaret etmiştir. Bir birleri ile irtibatları vardır.
Talas hocanın kabri Menteş kabristanlığındadır. Gidenler yol üzerinde Talas hocaya gider levhasını göreceklerdir. Talas hocanın mezar taşında ‘Garip Hoca, ETEM TALAS’ diye yazmakta olup 1313 doğumlu olup 1971 senesinde vefat etmiştir.
‘’Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme! tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı’’ diyen milli şairimizin sözünün ne kadar doğru olduğunu
Burada da görüyoruz. Ruhları şad olsun.
Talas hoca evinde çok sayıda kedi beslediğini Menteş Belediye Başkanı Hasan UÇAK anlattı. Hatta zaman, zaman Sandıklıdan hususi ciğer almaya gittiği Kedilerin beslenmesine özenle baktığını söyledi.
19 Haziran 2010 tarihinde Menteş kasabamızı ziyarette bizlere refakatçilik yapan yazdıklarımızı anlatan Belediye başkanımız Hasan Uçak’a teşekkür eder çalışmalarında başarılar dileriz.

-*-*-*-*--



Menteş kasabasında konuştuğumuz kişiler hep, bir vasiyetten söz ettiler. Bizde bu vasiyeti bulabilecekmisiniz? diye söyledik/istedik. Daha sonra Levent Ateş bir belge getirdi. Bizden önce bir arkadaş ismini de yazmamış. Ama onun yazısını da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Alamescid köyü imamı İBRAHİM EDHEM EFENDİ
Sıra No: 169
Sait nursi onun için şunları der;
İsmi ve risalei nurlara yaptığı hizmetler Emirdağ lahikasında şu şekilde geçiyor.
Edhem Hoca namında Balıkesir'de muhacir ve Celâleddin-i Rumî'nin mensuplarından, yirmi seneye yakın köy hocalığı ve çocuklara Kur'ân okutmakla meşgul ve şimdi de tam Risale-i Nur'a Balıkesir ve Kırkağaç havalisinde hizmet eden ve uzun mektubuyla korkak hocaları Nurlara dâvet eden ve cesaret veren ve Balıkesir, Kırkağaç havalisi Nur şakirtleri namına "Sandıklı Alamescid Köy imamı İbrahim Edhem" imzasıyla yazdığı mektupta, çok ehemmiyetli ve güzel fıkraları var ve korkak hocalara tokatları var. O zatı cidden tebrik ediyorum. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin. Hem ona, hem mektubunda isimleri bulunan yeni ve çok Nurculara selâm ediyorum. Onun uzun mektubunu, hastalığımdan, tashih ve ıslah ve tâdil edemedim. Hakkımda pek ziyade senâlarını ya kaldırmak, ya tâdil etmek lâzımdır. Lâhikaya girmek için suretini size gönderiyorum. İnşaallah Hasan Feyzi, Ahmed Fuad muallimleri Nurlara sevk ettikleri gibi, bu gayretli kardeşimiz de hocaları Nurlara sevk edecek. (Emirdağ lahikası, s 197, [yeni tanzim, mek. No 169]

İşte bu merhum zatın talebesi olan ve kendi vasiyeti üzerine mübarek naşını yıkayıp cenaze namazını kıldırın emekli imam halen Afyonun Sandıklı ilçesinde mukim Hasan Hüseyin Erol hoca, Alamescid köyü imamı İbrahim Edhem efendi ile olan hatıralarını anlattı. Bizde hizmete vesile olur düşüncesiyle bu ibretli hatıraların bir kısmını sizlerle paylaşmak istedik.
Adım Hasan Hüseyin Erol Afyonun Sandıklı ilçesinin Koçgazi köyündenim. İbrahim Edhem hoca efendi bizim köyde imamlık yaptı. Ben 1943 doğumluyum. O köyümüze geldiği zaman sekiz yaşlarındaydım. Ondan Kur’an dersi aldım. Uzun yıllar talebeliğinde ve hizmetlerinde bulundum. Bediuzzaman ismini ondan duydum.
‘’Hoca efendi aslen Makedonya Üsküp’ten 1293(1877) Osmanlı – Rus harbinden sonra Balıkesir’in bir köyüne yerleşiyor. Babası Mevlevi tarikatına mensupmuş. Balıkesir’de evlenip daha sonra da eşinden ayrılıyor. Bir kız çocuğu varmış. Bir ara Bediuzzaman’ın ‘’nur postacılığını’’yapmış. Heybesinde risale, çevre köylere yakın il ve ilçelere dağıtımını yapıyormuş. Tabii bunlar 1950 senesinden önce oluyor. O hizmetler miadını tamamlayınca üstad Bediuzzaman hazretleri, hoca efendiye ‘İbrahim Edhem kardeşim, sen köylere git, ehli imanın çocuklarına kuran öğret, onların ve ailelerinin imanlarının kurtar! Diyerek onu Sandıklı civarında ki hizmetleri organize için vazifelendirmiş. Daha sonra da bizim köye imamlık yapmaya gelmiş. Bize camide tesbihat okutuyordu. Tesbihat o zaman yaprak, yaprak olarak yazılmıştı. Kitapçık değildi. Hoca Efendinin fedakâr, cömert sahabe hayatı yaşayan üstadı Bediuzzaman’ın yaşayış şeklini taklit etmeye çalışan bir hali vardı. Maddiyat olarak kimseden ekmek yemek kabul etmezdi. Her şeyini karşılığını vererek parasıyla alırdı. Soyadı Talaz’dı, onun için köyde ‘Talaz hoca’ diye nam yapmıştı. Ben kimliğinde ‘İbrahim Ethem’ olduğunu gördüm.
Her pazartesi köyden Sandıklı’ya derse giderdi. Biz tabii o zaman Risale i nur dersinin ne olduğunu bilmiyorduk. Hiç boş durmazdı. Devamlı hizmetle meşguldü.
‘’Hiç unutamadığım ve oldukça da ilginç ve ibret verici olan bir hadiseyi bana bizzat kendisi anlatmıştı. O yıllarda yine heybesine birkaç risale koyuyor. Isparta’dan trene biniyor. Balıkesir’e Üstadın verdiği bir isme götürüyor. Gece saat 02.30-03.00 sırasında Balıkesir’de trenden iniyor. Fakat o saatte adres soracak sokakta kimsecikler yok. Bir bekçi bir tren sorumlusu var. Onlarda resmi adamlar. Onlara o kişinin adresini soramıyor. Çünkü adresi sorsa o kişinin nurcu olduğu bilindiğinden hemen polis’çe takibata geçileceği, hem kitapların elden gideceği, hem kendisinin hem de o kişinin tutuklanabileceği endişesiyle onlara aradığı kişinin adını adresini soramıyor. O zaman devletin nazarında risaleler eroin kadar tehlikeli kabul ediliyor.
O arada gecenin o zifiri karanlığında ve soğuğunda yakınında bir kedi var. Hava çok soğuk olduğu için zavallı kedicik. üşümüş. Miyavlayıp duruyor. Tam o hayvana gözü takılmışken bakıyor.kedi bir eve doğru yürümeye başlıyor.hocamızda ‘bu kediyi takip edeyim hangi evin önünde durursa o kapıyı çalıp ev sahibine aradığım adresi sorayım ‘’diyor. Hayvancık bir evin önünde durunca kedinin durduğu evin kapısını çalıyor. Ev sahibi çıkıyor. Buyurun diyor. Ev sahibine ‘Bu kedi sizin galiba çok üşümüş. Yazık soğuktan ölmesinden korktum. Haber vereyim dedim diyor.
Ev sahibi ‘teşekkür ederim’ deyip kapıyı kapatacakken, İbrahim Edhem Hocamız ’bir dakika size birisini soracağım’ diyor. Ve aradığı adresi ve ismi söylüyor. Ev sahibi’ o benim aradığın adres burası!’ diyor.
‘Vesübhanallah! Ne büyük bir ihsan-ı ilahi ve inayet-i Rabbaniye!’
‘’Ve hocamızı içeri buyur ediyor. Böyle bir gecede bu şartlar altında mübarek bir hayvan olan kedinin kendisine ‘’mihmandarlık’’ yapmasına hayret edip Allaha şükrediyor tabii.
‘’Bu hizmeti kur-aniye ve imaniyede ki inayeti Rabbani yenin tezahürüne sebep olan çok çarpıcı bir hatıra olarak bunu bize devamlı hayret ve samimiyetle anlatırdı.
Kendisi hiç boş durmazdı. Yediden yetmişe herkesi toplar eğitirdi. Vakarını bozmazdı. Ama Nasrettin Hoca gibide nüktedan, pratik zekâ’ya sahip, değerli ve farklı bir insandı.
Birçok kerametine şahit oldum. Sandıklı da eski nur talebelerinden şekerci Rıfat Akşit Abiye, Üstad İbrahim Edhem Hocamız ‘Bu yedilerdendir ama kendisini bilmiyor’ diyerek taltif etmiş.
‘Bu Hoca Efendi tam bir lider, nüktedan bilgili cömert ve aksiyoner bir adamdı. Bizim köyden sonra diğer köylerde de imamlık yaptı. Köyleri maddi manevi ihya ediyordu. Köye ilk kaldırımı, çiçekçiliği parkı o tesis etmişti. Camiyi yağlı boya ile boyamıştı. Her şeyi yapıyordu. Maddi ve manevi bütün varlığını hizmet ve eğitime harcardı. Ben biliyorum bir yıllık maaşından sadece üzerine bir kat elbise yaptırdı. Diğer gelirini hep hizmete harcardı. İnsanları boş durdurmaz, devamlı uyarır ve hareketli tutardı. Çevreyi yeşillendirme, ağaçlandırma, tanzim, düzenleme her şeyi yapar tatbik ederdi.
Son imamlık yaptığı köy Sandıklının Alamescid Köyü, ovada kurulmuş köydür. Onun için kışın yağmur ve kar yağınca her taraf çamur deryası olurdu. Hocamız bu köye imam olduktan sonra, üstün bir gayret ve çalışmanın neticesinde o köyü ve köylüyü çamurdan kurtardı. Hayatı boyunca Kur-ana hizmeti hiçbir şey beklemeden karşılıksız yapan bir tavır içerisinde olmuştur. Bütün hal ve hareketi İhlâs Risalesine tam sadık olan bir insandı. ‘’Sanki Ramazan İktisat Şükür Risaleleri’ onun için yazılmıştı. Onu hayatına aynen tatbik ederdi. Bekâr olmasına (yalnız yaşamasına) rağmen, köydeki çocuklara karşı ana ve babalarından daha şefkatli ve cömertti. Köyden şehre gidince köy çocuklarına şekersiz dönmezdi.

Herkesin evine gitmez, Kendisi ekmek ve yemeğini bizzat yapardı. Kimseye yük olmazdı. Birçok insana Kur-an öğretti. Talebeleri hep bir yerlere geldi. İnsanların ufkunu açtı. Bütün insanlara eğitim hizmeti veren bir insandı. Ben yüzlerce hoca gördüm, ama onun kadar İslam davasına gönül vermiş bir insan görmedim. Ondaki hal çok başkaydı. Sanki sadece İslam’a hizmet için yaşayan birisiydi. Melekvari bir hali vardı. Nefsini tam öldürmüştü. Bu köyden Üstadın elini öpen birisine, Üstad üç defa ‘’İbrahim Edhem kahramandır.’’diye taltif etmişti.

Tam emin değilim ama 1905 doğumlu olduğunu hatırlıyorum. Son zamanlarda nefes darlığına yakalanmıştı.
1970 Temmuz aylarında Sandıklıya taşınmıştı. Titiz bir insandı. Vasiyetini Kur-an yazısıyla yazmıştı. Onu daktilo ile Latin harflerine döndürmüş. Ben bir ikindi ezanı okuyacağım sırada benim elime bir kâğıt tutuşturdu. Bu vasiyetnamesiymiş. Ayrıca bizzat diliyle de bana söyledi. ‘Ben ölünce sen benim naşımı yıkayacaksın ve namazımı kıldıracaksın’ dedi. Bunu başka dostlarına da söylemiş. Bunu okudum. Vasiyetnamenin bir nüshasını bana vermesini istedim. Kabul etti ve verdi. Defin işlerinden sonra musallaya varınca, namazını kıldırdıktan sonra bu vasiyetnamesini cemaate okumamı söyledi. Ölüm anını bile hizmete ve insanları eğitmeye yönelik düşünmeye ayıran birisiydi.

1971 yılı bahar aylarında vefat etti. Ben ölümünü duyunca evde bana verdiği vasiyetnamesini aradım koyduğum yerde bulamadım. Üzüldüm. Hazırlık yapıp cenazeyi yıkamak için gittiğimde kefenin arasında vasiyetnamesinin aslını buldum. Vasiyeti üzerine Sandıklının Menteş köyüne defnettik.
Menteş Baba Selçuklu zamanında yaşamış büyük bir zattır. Bu zatın türbesi Sandıklının Menteş köyündedir. İbrahim Edhem Hoca Efendi cenazesinin Menteş köyünde bu zatın bulunduğu mezarlığa defin edilmesini vasiyet etmişti. Bunu üzerine cenazeyi bu köye getirdik.. Onun cenazesinin olduğu gün Menteş baba Dervişin birçok talebeleri de oraya ziyarete gelmişlerdi. Kalabalık bir cemaat vardı. Cenaze namazını ben kıldırdım. Yazdığı vasiyeti hazır cemaate okudum. Hatırladığım kadarıyla vasiyetinde ‘’Ey cemaat, ben de sizin gibiyim. Herkes buraya mutlaka gelecek, onun için dünya malına tamah etmeyin….vs. diyordu. Bunu okuyunca bütün köylü ağlamıştı.
Allah rahmet eylesin makamı Cennet olsun. Âmin.
ALİ ÖZESKİ (aozeski@hotmail.com)
[ozeski.blogspot.com]


Katkılarından dolayı Menteş Kasabası Belediye Başkanı Hasan Uçak’a, Levent Ateş’e, Kenan Bulut’a, Hasan Hüseyin Erol’a, Hasan Hüseyin Erol hocamla röportaj yapan arkadaşa, Ahmet Aktaş Mehmet Hopayılmaz’a, Eyüp Acar’a teşekkür ederim.

IŞIKLI DEDE

Menteş erenleri

Işıklı Dede

Osmanlının Medine müdafaasında Menteşli bir asker Arabistan çöllerinde zor durumda kalır. Yanına bir şahıs gelir.
—Selamünaleyküm komşu der
Asker
—Aleykümselâm der bakar ki bir Arap
Arkadaş aleykümselâm da seninle nasıl komşu oluyoruz. Komşu evin etrafında olanlarla komşu olunur. Hem Sen esmer ben uzaklardanım sen Arap ben Anadolu’danım. Zaten şurada can pazarı yaşıyorum. Sıkıştım kaldım.
Bir yanımda Arap askerleri diğer tarafımda İngilizlerinin ateşi altındayım der.
Arap şahıs.
Evvela ben sana yardıma geldim bilesin. Durumunu görüyorum, yardımcı olacağımdan emin ol. Buradan memleketine sağ döneceksin. Ama sen nerelisin, senden duymak istiyorum der.
Anadolu’dan Afyon’dan Sandıklı kazası Menteş köyündenim deyince
Arap şahıs
Sizin köyün akdağ yamacında bir ışık yanar biliyor musun? Hiç gördün mü?
Asker evet der.
Arap şahıs
—Peki, o ışığı kim yakıyor hiç merak ettin mi?
Asker der ki
—Merak etmedim de hayvan otlatan çobanlar falan üşüyünce yakıyorlardır der.
Arap şahıs
Hayır. O ışığı ben yakıyorum. Buradan sağ salim köyüne dönünce oradaki benim kabrimi yapıverirsin değil mi? Deyince. Menteş’li asker bir an irkilir/titrer ve adama şöyle uzunca bakar. Bu arada sağ salim eve varırsam der ve.
Adam gözlerinin önünde kaybolur gider.
Menteşli asker Medine müdafaasından sağ salim köyüne gelir. Baya bir uzun yaşar ama Arap yarımadasında ki savaşta karşılaştığı adamı unutur. Hastalanıp yatağa düşünce;
Savaşta karşılaştığı adam rüyasına girer.
---Komşu hani benim kabrimi yapacaktın. Der
Asker orada senin kabrini nasıl bulacağım diye sorar.
Adam
Sen oraya git kabrim belli olacaktır der.
Menteşli asker sabah uyanınca hemen çocuklarını torunlarını toplar ve olayı anlatır.
Çocukları dağın yamacına varırlar ki baksalar ne olsun
Yeni bir mezar var. Hemen orasının kesme taşlarla yükseltirler. Daha sonraları çeşme ve tuvalet yaparak mesirelik alan haline getirirler. Ve her sene orada adak adarlar. Bu aile şimdi Hatıllar sülalesi olarak anılmaktadır. Bu olay Menteş’te herkes tarafından bilinmektedir/anlatılmaktadır. Bu olayda Menteş’te anonim olmuştur.
19 Haziran 2010 Menteş gezisinde notlar.
Kaynak: Hasan UÇAK Belediye Başkanı Menteş

İSTANBUL HATIRASI

İSTANBUL HATIRASI

Adamamatlar’ın Bekir amca ile Hıçır Mustafa amca İstanbul’a mal almak için giderler. Varı varmaz ilk defa Santral mensucata varırlar. Selam verir içeri girer. Önceki müşterilerin ayrılmasını beklerken görevli bunların çayını ikram eder.
Çaylarını içen Bekir ve Mustafa amca içeri çağrılır. Santral mensucatın sahibi Halil Bezmen müşterilere bakar isimlerini sorar. Fihristten bakar ki bu adamların ismine rastlamaz.
--Siz bizim müessesemizden ilk defamı alış verişe geldiniz?
Bekir amca cevap verir.
--Evet, biz Santral Mensucata ilk defa geliyoruz. Bizim de prensibimiz nakit alışveriş yapmaktır. Çek senet vs. kullanmayız der.
Halil Bezmen, Bekir ve Mustafa amcanın önüne bir kâğıt uzatır. Siparişleriniz hazır mı bellimi? Der. Bekir ve Mustafa amca ne sorduğunu anlamazlar. Şu kâğıda siparişinizi yazın arkadaşlar depoya baksınlar malınızı varsa hazırlasınlar der. Der ama Halil Bezmen Bekir ve Mustafa amcaya sıcak davranmamıştır. Bunun farkında olan Bekir ve Mustafa amca hadi hayırlısı diye hadiseyi oluruna korlar. Bir de bu adam ne yapacak diye sonucu merak ederler. Santral Mensucattan almak istedikleri malları liste edip verirler. Sonra Halil Bezmen ve bürosundan ayrılırlar.
Evvela güzel bir balık lokantasına giderler balık yer. Karınlarını doyurur. Oradan pastaneye uğrar birer tatlı yedikten sonra. İkindi namazını daha önce gitmedikleri tarihi bir camiye giderler. İkindi namazını orada eda ederler. Namazdan sonra biraz daha gezerler. Derken akşam namazını da başka bir tarihi camide kılar. Kendilerine güzel bir otelden yer ayırttırırlar. Derken yatsı namazını da başka bir tarihi camide kılar otele gelirler çay kahve içtikten sonra odalarına çekilir istirahat ederler.
Hâsılı velkelâm derken ikinci gün tekrar Halil Bezmenin fabrikada bürosuna varırlar. Halil Bezmen, Adamamatların Bekir Uğurlutiryaki ile Hışırın Mustafa Ülğen’in geldiğini görünce kapıya kadar gelir. Hoş geldiniz buyurun diyerek ilgi gösterir. Personelini çağırır. Çay ve yanında pasta türü şeyler bulunsun der.
Bekir ve Mustafa amca birbirlerine bakarlar. Allah, Allah dünkü Bezmen bu değil sanki diyerek yakınlık tuhaflarına gider. Mustafa amca dayanamaz.
--Halil Bey biz dün geldik. Siparişimizi yazılı istediniz, yazılı verdik. Dün bize çok soğuktunuz. Oysaki biz malın bedelini nakit vereceğimizi de belirttik. Çek veya senet kullanmayız dedik.
Yüzümüze bakmadınız. Bu gün ne değişti de hürmete layık olduk Sayın Bezmen. Şu değişimi bi izah etsen de bizde rahatlasak bilsek demi? Diyerek Halil Bezmene sorar.
Halil Bezmen müşterilerine tebessüm ederek bakar.
--Siz buradan ayrılınca falan lokantada balık yediniz. Ardından pastaneye girdiniz. Falan camide ikindi akşam namazını da falan camide kıldınız. Otelinize gittiniz. Yatsıyı da kılıp otele gelip istirahat ettiniz deyince.
Bekir amca ile birbirlerine bakan, Hışır Mustafa amca
--Halil Bey siz bizi takip mi ettirdiniz. Diye sorar.
Halil Bezmen
--Evet, takip ettirdim. Buradan şayet arka sokaklara gitseydiniz bugün size mal kalmamıştı. Anadolu’dan gelip İstanbul’da yayılanlar istediği kadar zengin olsun sonu hüsran oluyor. Bu durum bizleri de üzüyor. Sonra bana müşteri lazım değil. Bana temiz müşteri lazım. Gelelim çek senet mevzusuna ilk işlemlerde nakit çalışıp, çalışıp daha sonraki alışverişlerde çek senet verip beni içeri çekenler çok oldu. Sizler Anadolu’nun temiz insanlarısınız. En azından ilk intibaımız öyle. Ama dün sizi tanımıyordum. Bugün tanışıyoruz. Bekir amca sorar;
--Halil Bey malın karşılığı paranı nakit alacaksın niye takip ettiriyorsun. Doğrumu bu?
Bezmen
--Müşterimi tanımamın neresi yanlış, Anadolu insanı İstanbul’a geldi mi kapalı alandan çıkmış vahşi at gibi burada ne yaptığını bilmiyor. Cebinde de para olunca harcıyor. Para kalmayınca alacağı malı senetle çekle alıp, memleketinde işi de ortak ise babası ile kardeşi ile veya arkadaşı ile çok büyük sorunlar ortaya çıkıyor. İşte ben bunların benimle ilgisini kesiyorum. Takip etmekle. Onlar benim müşteri listemde olmuyorlar. Çek dedin de çek karşılıksız çıktımı benimde işim aksıyor. Çek nedir ki ez, ez suyunu iç. Tahsil edeceğim diye Avukat, mahkeme uğraş dur. Ne mecburiyetim var. Değil mi ama?
--Valla neyse Halil Bey belki haklısınızdır. Biz malları alabilecek miyiz?
--Tabii alacaksınız. Bizim malımızdan şikâyeti bize bildirin. Malımızı alıp arızalı/defolu/hatalı olanları değiştirin. Bizde bu durumda olanlarda yenisini veririz. Bize öneriniz varsa veya ileride olabilecek tavsiyeleri bildirin. Malımızdan para kazının. Müşterimiz bizim ürünleri sorarsa bizim adımıza hareket ettiğinizi de bilin. Müşterinin talebi bizim için önemlidir. Müşteri memnuniyetine özen gösterin. O varsa biz oluruz unutmayın. Şimdiye kadar neye bizimle iş yapmadınız? Bekir amca
--Halil Bey bu güne nasipmiş. Daha öncede düşünmüştük ama olmadı.
İyi esnaflık ders verdin Haa ... Der Bekir amca beraber gülerler, sonra.
Halil Bezmen
--Estağfurullah, Hadi hayırlısı İnşallah memnun kalır devam ederiz der.
Bekir amca vay be şu iki günlük İSTANBUL HATIRASINA bak der.
08.05.2007 [aozeski@hotmail.com]
Anlatan:İsmail & İbrahim Uğurlutiryaki
******* ********

KARA ÇOCUK

MEHMET NURİ SÖNMEZ
(Kara Çocuk)
(1899-1974)

1900 yılının başlarında ailesiyle birlikte Emirdağ’ından gelmişlerdi, bir kız kardeşi vardı. Rüştiye’yi bitirdi, okuldaki çalışkanlık ve başarısı o zamanki Ziraat Bankası Md. dikkatini çekti, okul bitiminden sonra çok genç yaşta bankaya girdi, kısa zamanda Afyon Şubesinde muhasebeci oldu. Canından çok sevdiği biricik kardeşini Sandıklı’dan arkadaşı İbram Ağa’ya verdi. Kız kardeşini çulsuz birine verdin diye kendisini eleştirenlere “ben kardeşimi yüksek ahlaklı birine verdim” diye savundu. Kısa bir süre sonra o çok sevdiği kardeşini veremden kaybetti, kardeş acısı canını o kadar yakmıştı ki, Sandıklı’daki tüm malını satıp Elazığ’a gitti. Yıllarca memleketine hiç uğramadı, hatta yeğeni olduğunu bile unutmuştu. İş yaşamındaki başarısı devam etti ve Ziraat Bankası’nın organizasyondaki 3. seviyesine (Genel Muhasebe Müdürü) kadar yükseldi.
Bir gün Sandıklı’dan Çavdar Fatma’nın “yeğenine sahip çık” mektubuyla karşılaştı, bu mektup 1930-40 doğumlu düşük eğitimli bir çok Sandıklılı gencin Çivrilli Ziraat Bankası Personel Müdürü rahmetli Ulvi Bey’le birlikte Ziraat veya Halk bankasına girmelerine sebep oldu.
Artık Sandıklı’ya gelmese bile tipik bir Sandıklı milliyetçisi olmuştu, işlerini takip ettiği bir çok kişi Ankara’da onun evinde kalırdı, hatta o zamanlar ikamet ettiği yeni oluşan Ankara-Yenimahalle semtine Sandıklı’dan küçük esnaflar getirdi, kimi terzi, kimi manifaturacı, kimi tüp bayii gibi.
Sandıklıları çok sevmesine rağmen Sandıklı’ya pek gelmezdi, otelde kalmayı da gururuna yediremezdi, yakın çevresine “sakın memleketinizdeki tüm malınızı satmayın, başınızı sokacak kadar da olsa bir eviniz olsun” diye nasihat ederdi.
Ortaokul mezunu olmasına rağmen emrinde yüksek tahsillileri çalıştırmanın nasıl bir duygu olduğunu sorduğumda “diploma değil insan çalışır, sürekli kendini geliştirme, işini benimseyip sahiplenme, çok çalışma ve yüksek ahlakla başarılmayacak hiçbir şey yoktur” derdi. Ülkemizin ana sorununun mesleksizlik olduğuna inanır, kendisinden öneri almak isteyen her kese meslekle ilgili eğitim görmelerini , hatta, bir şekilde diplomasına el konulsa bile, kişinin bilgi ve deneyimleriyle katma değer yaratabilecek bir eğitimi seçmelerini önerirdi.

İBRAHİM ZEYBEK

İBRAHİM ZEYBEK
(1900-1972)

Sandıklı Uzun çarşı’da (Eski Barbaros İlkokulu yanı Şimdi ki katlı otoparkın civarında) zahirecilik yapan iki kardeşin büyüğü idi İbrahim Zeybek. İş hayatına hayatta kalan tek erkek kardeşi Rıfat Zeybek’le başlamış onunla bitirmiş idi.
1900 yılında doğdu, küçük yaşta annesini kaybetti, hayatı akranları gibi zorluk ve mücadele içinde geçti, kendi deyimiyle aşık oynamak için hiç vakti yoktu.(Anadolu’da hayvanın eklem kemiğiyle oynanan bir tür genç oyunu) Rüştiye’yi bitirdi, 1921 yılı başlarında Kuvay-ı Milliye ordusuna katıldı, Sakarya savaşında üç yerinden kurşun yarasıyla gazi oldu, Büyük Taarruza 1. Ordu’nun saflarında Kocatepe’den başladı, İzmir’e kadar düşmanı kovaladı.
Askerlikteki en ilginç anısını, Büyük Taarruz’da posta eri olarak Torbalı yakınlarındaki bir birliğe, birliğinden emir götürdüğünde, tekmil verdiği çavuşun, kendisine uzun uzun baktıktan sonra
-- “Ben senin ağabeyin Mehmet’im” demesi olarak anlatırdı. Ağabeyi 1. Dünya Savaşına katıldığında kendisi henüz 14 yaşındaydı ve 8 sene sonra iki kardeş İzmir yakınlarında karşılaşmışlardı, o zamanlar Anadolu’nun koşullarında bu gibi vakalar olağan sayılır idi.
Zafer’den sonra, babası ve ağabeyini erken yaşta kaybetmesiyle ailenin tüm sorumluluğunu üstlendi, hayat mücadelesine girdi, taa ölünceye kadar. Biri küçük yaşta ölen, 5 oğlu oldu.
Hayatı çok sadeydi, günleri, ayları, yılları birbirine o kadar benziyordu ki, nerdeyse toplumda farklılık veya renklilik yaratacak kayda değer bir olay geçmemişti hayatından.
Bir gün kendisine sordum,
-Sen harpte hiç gavur öldürdün mü?
-Öldürmem mi? diye yanıtladı.
“Bir tanesini anlatsana” diye diye ısrar ettim. Gözlerini gözlerimden kaçırarak, derin bir soluk alıp başladı ağır ağır anlatmaya.
“ Sakarya Savaşı esnasına, Haymana yakınlarındayken, susuzluktan kırıldığımız bir gün bölük komutanımız bize civardaki kuyu veya köylerden su getirmemizi istedi, ben ve bir arkadaşım sabah ezanı okunmadan yanımıza iki katır alarak yola çıktık, ( Dedemin yaşam boyu zaman birimi hep ezan vakitleri olmuştu, saat kullandığını pek hatırlamıyorum) gün ağarırken terk edilmiş bir köyün içinde su kuyusu bulduk, kana kana içip sularımızı doldurduk, tam ayrılacakken bize doğru birkaç atlının geldiğini gördük, hemen katırları gizleyip, kuyunun arkasına saklandık, gelenler düşmandı ve sanırım onlarda su arıyorlardı, dört kişiydiler, kuyunun yanına gelir gelmez ateş edip dördünü de öldürdük.”
İzlediğim filimler veya okuduğum kitaplarda olaylar böyle gelişmiyordu, belki kuyu başında dost oluyorlar, birbirlerine çocuklarının resimlerini gösterip, cigara, kuru üzüm veya cikolata ikram ediyorlar, sonra hiç bir şey olmamışçasına herkes kendi yoluna gidiyordu.
Canımın sıkıldığını görünce, “n’apcan onlar bizden kalabalık, üstelik tüfeklerimizin çalışma garantisi de yok”, suskunluğum devam edince, “hem onlar bizim topraklarımızı almaya gelmişlerdi”, hala susunca “babanneni de belkim götürürlerdi”, dediğinde, kimseyle paylaşamadığım babannem söz konusu olunca “ellerin dert görmesin dedeciğim” dediğimi hatırlıyorum.
Dedemle geçirdiğim en mutsuz anlar ise, öğlen vakitleri dükkan komşuları saç eti veya güveç yerken bizim evimize gitmemizdi, çoğunlukla cacığın içine ekmek doğrayıp kaşık sallamak çok tatlı bir şeydi.. Dükkan komşularımız “kusura bakma seni çağıramıyoruz zira İbram ağa bu ziyafet sofralarına katılmaz hep evine gider” derlerdi. Dedem üzüldüğümü görünce, bazen gönlümü almak için akşam evde yenilmek üzere fırına sipariş verirdi saç veya güveç etini. Dedemin cimri olmadığına emindim ama o zamanlar nedenini anlayamazdım. Onun prensibi de böyleydi.
-Dede para verir misin? Türkan Şor ay’ın filmine gideceğiz dediğim bir gün, dükkan komşumuz “boşuna uğraşma o bilmez Türkan’ı, mürkan’ı, hatta hanımı karşısına gelse vallahi tanımaz, bir gün bir arkadaşını dövecekti az kalsın bu yüzden, babannen bir gün sokağın başına gelip dükkana bakıyordu, komşusu” İbram ağa hanımın geldi” deyince kendisine bakan babanneni tanımamış, arkadaşına da “benim tanımadığım hanımı mı sen nasıl tanırsın” diye az daha dövecekti”
Eskiden telefon yoktu birbirleriyle haberleşmek için insanların, kadınlar kocalarının dükkanına bile girmeye utanırlardı. Dedeme bu konuda hak verdim zira ben de annemi fıta, kıvrak içinde hiç tanıyamazdım.
1971 yılının sonlarına doğru rahatsızlandığında babamla birlikte Ankara’da hastaneye götürdük, doktor muayenenin sonunda hemşireyi çağırarak dedemden kan tahlili istedi, O ana kadar uyum içinde kendine her denileni yapan dedem sessizce doktora dönerek “ kanımı kontrol etmenize gerek yok, benim kanım evvel Allah temizdir, zira bu yaşıma kadar haramda yemedim, harama da uçkur çözmedim.” Yaşamımda ilk defa dedemin cahilliğinden utanmıştım, hatta koşarak oradan uzaklaştım.
Uzun yıllar sonra, bir gün kendimle baş başa kaldığımda bu olayı hatırladım, sonra dehşete düştüm. Geçmişte dedemin cahilliğinden utanç duyan ben, şimdi kendi cehaletimden utanıyordum. Şimdi acaba rahmetli dedem gibi rahatlıkla “benim kanım temizdir” diyebilen çıkar mı?
Yaşamımda gördüğüm dedi kodu yapmayan tek insandı, dert dinleyip akıl verdiğini çok gördüm ama dedikodusunu hiç duymadım. Ben hiç çekinmeden her yerde onun ölü eti çiğnemediğine şahitlik yaparım.
Yaşam boyu sürekli çalışmasına rağmen pek servet edinememişti, gazi madalyası ona büyük bir zevk verir, fakat bir gün bile olsun hiç takmadı yakasına, niye diye sorduğumda “ben onu asmak, el aleme göstermek için almadım” derdi.
Dedemden bahsettiğim bir arkadaşım onu, aksakal olarak tanımlamıştı, ben galiba bir aksakal tanıdım hayatımda, hem de çok yakından.
Sandıklı toprakları çok bereketlidir, nice sultanlar geldi geçti, İbram Ağa’da bu topraklarda yeşerip göçtü gitti. Tüm güzel insanlara, Gazi ve şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum.

KAYNAK: İbrahim ZEYBEK

GÜNÜN OLAYI

Günün olayı

Kızılören den Berber Mahmut AKKOÇ gelmişti. Önce selam sonra kelam hesabı hoş geldin dedik konuştuk. Mahmut Abi hoş sohbet, girişken birisi. Bizleri bilgilendirmek için yeni bir hatırasını anlattı. Dedi ki.
Geçen gün yeğenim cep telefonunu tuvalete düşürmüş. Duydum hemen koştum baktım ki cep telefonunu yıkamış, pencerenin yanına koyacakmış. Cep telefonunu yeğenimden aldım.
Yarım kilo pirincin içine/ortasına gömdüm. Bir hafta sonra çıkardım bastık düğmesine şak çalıştı. Pirinç telefondaki nemi çekmiş. Pahalı cep telefonumuzu böylece kurtardık.
Aklınızda bulunsun. Diye anlattı.
Mahmut Abi kurtardın da / aklımızda bulunsun da pirinçler ne oldu pirinçler. Pirinç nimet ama dedim. Onları da tavuklara veriver gayim Dedi. Ben ona baktım. Bizde tavuk olmadığını anlayınca. Tavuk yoksa dam yazlaya döküver kuşlar nasiplensin. Oda onların nasibi olsun pirinçler tavukların/kuşların nasibi imiş demi. Yarım kilo pirinç 1.50.tl telefon 450.00tl. İşaret parmağını kafasına götürdü. Bir gözünü de kırptı. Ben hem dinledim. Hem seyrettim. Sonra dedim ki.
Valla alemsin Mahmut Abi. Maşallah ceviz çuvalı gibi şıkır şıkırsın. Haberi/bilgiyi berber’den alacaksın derler. Muhabbet ehlisin vesselam dedim. Hoşuna gitti, güldü. Olay benimde hoşuma gitti yazdım. 06.12.2010

HACI TESLİM

TÜCCAR HACI TESLİM
Hacı teslim arkadaşı ile İstanbul’a mal almaya gideceklerdir. Tren den kompartımana otururlar. Aynı kompartımanda öğrencilerde bulunmaktadır.Öğrenciler bağrışa çağrışa muhabbet ederler. Öğrenciler toplanırlar herkesin annesinin çıkıya ne doldurduysa (tavuk eti, peynir, börek, katmer, köfte vs.) çıkarır kompartımanın ortasında cümbür cemaat yanşana,yanşana yemeye başlarlar. Bir öğrenci Hacı Teslim ve arkadaşını da ortaya serdikleri sofraya davet eder. Sonra ötekiler buyur ederler.Hacı amca temizdir nefistir buyurun der dururlar. Hacı Teslim ve arkadaşı onlara afiyet dilerler. Ama sofraya buyurmazlar. Onlarda kendileri çıkılarını çıkarır yufka ortasında yumurta soğan peynir Evden ne koydularsa köşelerinde üzerlerine yaygıyı örtüp yerler.
Bir öğrenci bunlara takılır. Amca neden soframıza buyurmadınız. Yemeklerimiz nezihtir temizdir. Hem bakın köfte, tavuk tatlı bal iyi yiyeceklerdir. Der. Hacı Teslim
--Ne yersen ye fark etmiyor. Hepsi aynı çıkıyor der. Öğrenciler maksadı anlamazlar, uzunca bakarlar, aman neyse canım der geçerler. Aradan zaman geçer öğrencilerden birisi helaya gideceğim der. Diğeri gel de ben de gideyim der. Çıkarken Hacı Teslim Öğrenciye bir şey istirham edebilir miyim? deyince öğrenci
--- Buyur Hacı baba der. Hacı Teslim
--Mümkünse hela taşının kenarına eder misin? Öğrenci şaşırır.amca hayırdır. Hacı Teslim lütfen der. Arkadaşlarına bakar onlarda ediver bakalım n olacakmış derler. Öğrenci başını eğer. Tamam dercesine. Helaya gider gelir. Diğerine de aynı ricada bulunur. Oda gider gelir. Hacı Teslime bakar. Hacı Teslimde helaya gider. Gelince öğrencilere arkadaşlar hadi gelin der. Öğrenciler Hacı amca hayırdır ne göstereceksin deyince Hacı Teslim güler.
Öğrencileri helaya götürür. Kapıyı açar. Her köşede bulunan dışkıya hep beraber bakarlar, bunun biri benim, biri bunun, biri de bunun demi? Der ve sorar.
-- Bu ne. Gençler
--Bok derler gülerek. Hacı Teslim
--Bu deyince gençler
--Bu da bok derler. Diğerine oda bok deyince Hacı Teslim
--Bakın gençler hepimiz yemek yedik. Siz buyurun temiz dediniz durdunuz. Yediklerinizin nefis nezih temiz olması güzel. Hepsini de annelerimiz yaptı değil mi?*Görüyorsunuz ki et yesen de köfte yesen de tavuk yesen de börek yesen de soğan yufka yesen de çıkan bakın aynı şey. Biri benim diğeri bunların. Önemli olan yediklerimizin temiz olması kadar kazancının da temiz olmasıdır. Ona dikkat edin der. Orada öğrencilere nasihatlerde bulunur. Bu arada Hacı Teslim helayı bi güzel temizler. Öğrenciler Hacı Teslime baka kalırlar. ve
--Hacı amca amma denk getirdim. Bize farklı bir ders verdin Helal olsun sana Hacı amca derler.
Bir öğrenci lüzumsuzluk eder ve Hacı baba bir şey sorabilir miyim? Deyince . Hacı Teslim ciddiyetle buyur der.
--Hela da yemek yemenin bir sakıncası var mı? Hacı Teslim O genç’e bakar. Hiç bozulmaz.
-Yok evladım ne sakıncası olsun ki. Fakat senin heladan geviş getirerek çıktığını görenler, ‘’Ne sıkı adammış çıkardığını bile domuz gibi yiyor derse o zaman sakıncası doğar değil mi? Diye cevap verir. Hacı Teslim ve öğrenciler İstanbul’a kadar muhabbet ede ede giderler.
************ ************

Amma mal aldıktan sonra amma önce
İstanbul’a gelinirde Galata köprüsünde boy gösterilmez mi? Bunlarda Galata köprüsüne giderler. Köprüde etrafı seyrederek dolaşırken tatlıcı, Şam tatlısının tezgahını kurar üzerine tatlıyı koyar.
--Tatlıcı, diye bağırır.
Bunu duyan Hacı Teslim ve arkadaşı, Tatlıcıya varırlar.
Arkadaş kaç para tatlı tepsi’si diye sorunca
--Abi tepsi simi dedin.
--Evet
Abi hepsini nasıl yiyeceksiniz? Yiyebilecek misiniz? Diye sorar. Hacı Teslim

--Bu tepsi kaç para dersin deyince. Tatlıcı
Bu iki kişiye bakar, kendi kendine bunlar yese, yese beşer tane yer hadi bilemedin onar tane yer oda yarısı eder. Bu tatlı tepisi 2 lira alınışı. Ben bunlara 2 lira diyen nasıl olsa yarısını yerler yarısı kar olur der ve.
--Abi ye yiyebildiğin kadar. İki lira der. Hacı Teslim,
Çıkarır iki lirayı peşin verir. Başlar tatlıdan yemeye. Tatlıcı ben bunların yediğini mi seyredeceğim kaç şurada balık tutan oltacıları seyreden der. Üç beş adım ayrılır. Abilerim ben şuradayım yemeniz bitince siz bana haber verin der ayrılır.
Hacı Teslim ve arkadaşı bicik, bicik leblebi gibi atıştırırken tepsiyi bitiriverirler. İkisinden birisi tepside tatlı şerbetini de tepsinin köşesinde biriktirir içiverir. Bu orada tatlıcı döner ne oluyor diye bakarken tepsinin boşaldığını görür.
--Bey Abilerim neddiniz ben kar eden derken, fifti, fifti oldu der. Hacı Teslim
--Kar olmayan alışverişte tat olmaz. İlla kar olacak. Bal tutan parmağını yalamalı. Sen al şu elli kuruşu kar et der ve elli kuruş daha verir.
Tatlıcı
-- Valla almam Abi olay hoşuma gitmedi değil. Çok acayip oldu. Kar zarar beraberdir. Ben bir tepsi tatlıyı yiyemezsiniz sanmıştım. Valla helal olsun sizlere der. Hacı Teslim ve arkadaşı teşekkür ederler.

Hacı Teslim soyadı kanununda önce vefat eder. Evleri Dut altı aralığında idi. Eşi onda önce vefat eder. Ama büyüklerimiz onun bu mukallit hatıralarını anlatır dururlar. Mekanı cennet olsun. [aozeski@hotmail.com] (ozeski.blogspot.com)
Kaynak : Anonim

VAH DELİM VAH

AH DİLİM AH
Çarşıda muhabbet ediyorduk. Laf kasap Çavuş emmiye geldi. Çarşıda kasap Çavuşsuz muhabbet olur mu hiç? Mehmet onunla ilgili bir hatırasını anlattı.
Partinin kongresi olmuştu. Kongrede parti yönetimine yeni giren çarşı esnafından bazı genç isimler listede yer almıştır. Bu durumu haber alan veya duyan veya gazetelerden okuyan kasap Çavuş Emmi bizim dükkanın kapının eşiğine geldi.
--Lee ala grık kongrede parti yönetimine girmişsiniz dedi. Ben
--He Çavuş Emmi girdik dedim.
Kasap Çavuş listede olanları bilse de tekrar sordu. Adedidir, acaba bilmediğim, başkası da var mı?
--Başka kimler var? Ben
--Ahmet, Mehmet, Hasan bir de Ben dedim. Çavuş emmi
--İyi, iyi çarşının yönetimi bu dört grıgamı kaldı? Galim dedi. Ben
--Hele öyle oldu galim dedim.
Çavuş Emmi döndü gitti. Konuşmalardan sonra ben, Çavuş Emminin ardından baktım. Çavuş emmi bir işin düşerse bu lafları iade ederim dedim kendince. Öyle değil mi? İntikamın sermayesi ömürdür dedim ardından. Neyse…
Aradan üç dört ay geçmişti. Bir devlet dairesine sözleşmeli eleman alınacaktı. Bunu duyan Çavuş Emmi’nin torunu müracaat etmiş. Torundan referans istemişler. Torun bu durumu Dedem halleder diye, Çavuş Emmiye demiş.
Çavuş Emmi dünü unutarak çıktı geldi.
--Yeğenim bizim torun işe müracaat etmiş ondan şey istemişler. Onu nereden alacağız.
Mehmet işimiz düşünce yeğenim sair zamanda grık oluyoruz, dedim kendi kendime. İstenileni anlasam da, bilsem de Çavuş emmiye sordum.
--Emmi ne istemişler. Yol sormakla bulunur. Sor yardımcı olalım deyince.
Çavuş emmi elini evirdi, çevirdi, başını kaşıdı…
--Şey dedi yeğenim şey, yav ne dediydi. Diye düşündü ama ne olduğunu bir türlü diline getiremedi.
(Mehmet’te çarşıda yetişmiş laf bilen hazır cevaptır. Bakar ki Çavuş emmi zorlanıyor. Üç beş oldu hatırlayamadı fazla üzmez.)
--Çavuş Emmi REFARANS mı istediler dedim.
Çavuş emmi kaybettiğini bulmuşçasına sevinerek, heyecanlı heyecanlı…
--He, he, he ondan işte nerden, kimden, nasıl alacağız yeğenim dedi.
Ben, Çavuş Emmiyi çok severdim. Büyüklerimden ona takılır. ona şaka eder ,ona laf atardım. Oda bana uğramadan geçmezdi mutlaka birbirimize sürtünürdük. Laf çarpardık. Bunun için onu üzmekte istemedim. Hemen sadede girdim.
--Çavuş Emmi üç dört ay önce çarşının yönetimi bu dört grıgamı kaldı demiştin ya.
İşte o dört grık verecek onu/referansı dedim.
Çavuş Emmi dört ay öncesini de hatırladı. Bu günüde yaşadı. Elini bağrına vura, vura, kanguru gibi zıplaya, zıplaya’’ah dilim ah, ah dilim ah,ah dilim ah’’ diyerek dükkanına gitti.
Mehmet’e sorduk sonuç ne oldu diye.
Oda, hamili kart yakınımdır dedik. İşe alınmasını sağladık. Çarşının en renkli siması Çavuş Emminin işi olmaz mı hiç. Çavuş Emmi daha sonra teşekkür etti dedi ki.
-- Eee ne demişler gün gelir altın eşiklik, gümüş eşikliğe muhtaç olurmuş. Herkesi kendinden ala görmelisin dedi..Bende Estağfurullah Çavuş emmi emrin olur dediydim. Nur içinde yatsın. Kabri cennet olsun.. Ne mutlu hoş seda bırakanlara. [aozeski@hotmail.com]
Kaynak: Mehmet UTSAL

VELİ DEMİRTAŞ

Vaaa DİLLİYMİŞ…
Ankara’da Ulus’ta yaya olarak karşıya geçiyordum. Kafam karışık tilkilerin kuyruğunu birbirine değmesin diye neccemi kendi kendime mırıldana, mırıldana kırmızı ışığı da fark etmeden yürüdüm. Kafam yere eğik olarak gideceğim yerde ne diyen. Nasıl diyen. Derken birisinin elini omzumda hissettim. Başımı kaldırdım baktım ki, Polis memuru bana
---Bey efendi kırmızı ışığı ihlal ettiniz size 30.TL. Ogün için 30.000.TL. Ceza keseceğim dedi. Yani şimdi sırası mı kardeşim diyerek içimden, görevli polise baktım. Benim kırmızı ışıkta geçtiğimi gören dört beş bayan ve çocuk ben geçtim diye onlarda kırmızı ışıkta arkamdan yürümüşler. Polis memuru elinde ceza makbuzu 30.TL istedi. Ben baktım iş ciddi. Adam cezayı kesecek parayı alacak. İşi saflığa vurarak
---Ebebe… bebebe diye işi lallığa vurdum. Elimle de hadi be dercesine elimi salladım. Tekrar
---Ebebe. ... bebebe derken görevli vay anasına be bula, bula bir dilsizi bulduk. Bende ki şu şansa bak dedi.
Benden para alamayacağını anlayan polis kadınlara
---Hanım efendiler siz niye geçiyorsunuz. Bakın kırmızı ışık yanıyor hala deyince kadınlar.
---Ama o önümüzden yürüdü. Dediler.
Polis ne bana, ne o kadınlara ceza kesmedi. Ben yürüdüm. Kadınlarda önümden yürüdüler. Onlar ağır, ağır yürürken Ben onları geçtim. İşte bu arada dedim ki;
--Yürün yahu. Şimdi 30.TL vermenin sırası mı, zaten cepte para az. Karnım da aç dedim.
Ağır, ağır yürüyen, çocuklarının elinden tutarken çocukların yaramazlığından yol kat edemeyen o kadınlar bana bakarak
--Vaaa dilliymiş… Aaaa konuşuyormuş diye..Bağırdılar.
--Ulan susun polis size de, bana da cezayı yazar bak dedim.
Birden sustular. Ben de onlarda arkamıza bakmadan yürüdük.
****************** ****************
Şeker Banka daha görevli olarak girmemiştim. Babam keçeci bende keçeciye çalışmaya gidiyordum. Fakat Keçecilik mevsimlik bir iş, Zor bir meslekti. Devamlılığı yoktu. Gençtik çalışmak istiyorduk. Paraya ihtiyacımız vardı. Arkadaşlarla çalışmaya Antalya’ya gitmeye karar verdik. Orada çalışan arkadaşımız vardı o bize iş buluverecekti. Antalya da buluştuk. Üzerimizde biraz para vardı. İlk günler otelde yattık. Lokantada yedik. Para bitti. Amele pazarında bizi gören taşeronlar. Bize iş vermiyor. Bizim üzerimizde ki elbiseler temiz. Ne çimento, ne kireç, ne de başka amele olduğumuza emare toz toprak izi vardı. İşe gidenler de elbiseleri kireç çimento toz vs. elbiseleri amele elbisesi idi. Biz gezmeye gelmiş gibi temiz elbiseli olunca işe götürmüyorlardı. Para suyunu çekince Çare tükenmez deriz ya…
Antalya da gezerken bizim arkadaşın yanına gittik. Ben inşaattaki kireç çukurundan elbisemi kireç ile üzerimi batırdım. Hususi kireci üzerime sürdüm. Arkadaşlar ne ediyor lee bu dediler. O gün öyle kireçli, kireçli elbise ile arkadaşların yanında dolaştım. Diğer gün amele pazarında beni de işe seçtiler. İşe gittim. Ondan sonra devamlı çalıştım. Diğer arkadaşlarıma da benim gibi yapmalarını söyledim. Onlarda mecburen üzerlerine kireç çimento sürerek işe alındılar. O sezon Antalya da inşaatlarda çalıştık. İnşaatların içinde yattık. Yemeklerimizi inşaatta kendimiz yaptık, yedik. Üzerime kireç, çimento sürerek iş buldum. Allah bin bereket versin iyi para biriktirdim.
İnsan alın teri parayı harcanırken de dikkat ediyor. Öyle savurmuyor. Hayatla mücadele edeceksin işi güçürgenmeyeceksin. Çalışırsan hayat güzel, Miskine, kehele de zordur.
Veli Demirbaş sohbeti hoş, arkadaşlığı kavidir. Akşamları kahvede beraber oyun oynarken mutlaka bir anısını anlatır. Kahveye geldi mi balkona bak, balkona bak der. Bir gün diyerek başlar anlatmaya. Oyunun kendisinde kalmasından hiç haz almaz. Allah sağlıklı uzun ömür versin. 06.02.2010 {aozeski@hotmail.com}

VEL

Vaaa DİLLİYMİŞ…
Ankara’da Ulus’ta yaya olarak karşıya geçiyordum. Kafam karışık tilkilerin kuyruğunu birbirine değmesin diye neccemi kendi kendime mırıldana, mırıldana kırmızı ışığı da fark etmeden yürüdüm. Kafam yere eğik olarak gideceğim yerde ne diyen. Nasıl diyen. Derken birisinin elini omzumda hissettim. Başımı kaldırdım baktım ki, Polis memuru bana
---Bey efendi kırmızı ışığı ihlal ettiniz size 30.TL. Ogün için 30.000.TL. Ceza keseceğim dedi. Yani şimdi sırası mı kardeşim diyerek içimden, görevli polise baktım. Benim kırmızı ışıkta geçtiğimi gören dört beş bayan ve çocuk ben geçtim diye onlarda kırmızı ışıkta arkamdan yürümüşler. Polis memuru elinde ceza makbuzu 30.TL istedi. Ben baktım iş ciddi. Adam cezayı kesecek parayı alacak. İşi saflığa vurarak
---Ebebe… bebebe diye işi lallığa vurdum. Elimle de hadi be dercesine elimi salladım. Tekrar
---Ebebe. ... bebebe derken görevli vay anasına be bula, bula bir dilsizi bulduk. Bende ki şu şansa bak dedi.
Benden para alamayacağını anlayan polis kadınlara
---Hanım efendiler siz niye geçiyorsunuz. Bakın kırmızı ışık yanıyor hala deyince kadınlar.
---Ama o önümüzden yürüdü. Dediler.
Polis ne bana, ne o kadınlara ceza kesmedi. Ben yürüdüm. Kadınlarda önümden yürüdüler. Onlar ağır, ağır yürürken Ben onları geçtim. İşte bu arada dedim ki;
--Yürün yahu. Şimdi 30.TL vermenin sırası mı, zaten cepte para az. Karnım da aç dedim.
Ağır, ağır yürüyen, çocuklarının elinden tutarken çocukların yaramazlığından yol kat edemeyen o kadınlar bana bakarak
--Vaaa dilliymiş… Aaaa konuşuyormuş diye..Bağırdılar.
--Ulan susun polis size de, bana da cezayı yazar bak dedim.
Birden sustular. Ben de onlarda arkamıza bakmadan yürüdük.
****************** ****************
Şeker Banka daha görevli olarak girmemiştim. Babam keçeci bende keçeciye çalışmaya gidiyordum. Fakat Keçecilik mevsimlik bir iş, Zor bir meslekti. Devamlılığı yoktu. Gençtik çalışmak istiyorduk. Paraya ihtiyacımız vardı. Arkadaşlarla çalışmaya Antalya’ya gitmeye karar verdik. Orada çalışan arkadaşımız vardı o bize iş buluverecekti. Antalya da buluştuk. Üzerimizde biraz para vardı. İlk günler otelde yattık. Lokantada yedik. Para bitti. Amele pazarında bizi gören taşeronlar. Bize iş vermiyor. Bizim üzerimizde ki elbiseler temiz. Ne çimento, ne kireç, ne de başka amele olduğumuza emare toz toprak izi vardı. İşe gidenler de elbiseleri kireç çimento toz vs. elbiseleri amele elbisesi idi. Biz gezmeye gelmiş gibi temiz elbiseli olunca işe götürmüyorlardı. Para suyunu çekince Çare tükenmez deriz ya…
Antalya da gezerken bizim arkadaşın yanına gittik. Ben inşaattaki kireç çukurundan elbisemi kireç ile üzerimi batırdım. Hususi kireci üzerime sürdüm. Arkadaşlar ne ediyor lee bu dediler. O gün öyle kireçli, kireçli elbise ile arkadaşların yanında dolaştım. Diğer gün amele pazarında beni de işe seçtiler. İşe gittim. Ondan sonra devamlı çalıştım. Diğer arkadaşlarıma da benim gibi yapmalarını söyledim. Onlarda mecburen üzerlerine kireç çimento sürerek işe alındılar. O sezon Antalya da inşaatlarda çalıştık. İnşaatların içinde yattık. Yemeklerimizi inşaatta kendimiz yaptık, yedik. Üzerime kireç, çimento sürerek iş buldum. Allah bin bereket versin iyi para biriktirdim.
İnsan alın teri parayı harcanırken de dikkat ediyor. Öyle savurmuyor. Hayatla mücadele edeceksin işi güçürgenmeyeceksin. Çalışırsan hayat güzel, Miskine, kehele de zordur.
Veli Demirbaş sohbeti hoş, arkadaşlığı kavidir. Akşamları kahvede beraber oyun oynarken mutlaka bir anısını anlatır. Kahveye geldi mi balkona bak, balkona bak der. Bir gün diyerek başlar anlatmaya. Oyunun kendisinde kalmasından hiç haz almaz. Allah sağlıklı uzun ömür versin. 06.02.2010 {aozeski@hotmail.com}

VEL

Vaaa DİLLİYMİŞ…
Ankara’da Ulus’ta yaya olarak karşıya geçiyordum. Kafam karışık tilkilerin kuyruğunu birbirine değmesin diye neccemi kendi kendime mırıldana, mırıldana kırmızı ışığı da fark etmeden yürüdüm. Kafam yere eğik olarak gideceğim yerde ne diyen. Nasıl diyen. Derken birisinin elini omzumda hissettim. Başımı kaldırdım baktım ki, Polis memuru bana
---Bey efendi kırmızı ışığı ihlal ettiniz size 30.TL. Ogün için 30.000.TL. Ceza keseceğim dedi. Yani şimdi sırası mı kardeşim diyerek içimden, görevli polise baktım. Benim kırmızı ışıkta geçtiğimi gören dört beş bayan ve çocuk ben geçtim diye onlarda kırmızı ışıkta arkamdan yürümüşler. Polis memuru elinde ceza makbuzu 30.TL istedi. Ben baktım iş ciddi. Adam cezayı kesecek parayı alacak. İşi saflığa vurarak
---Ebebe… bebebe diye işi lallığa vurdum. Elimle de hadi be dercesine elimi salladım. Tekrar
---Ebebe. ... bebebe derken görevli vay anasına be bula, bula bir dilsizi bulduk. Bende ki şu şansa bak dedi.
Benden para alamayacağını anlayan polis kadınlara
---Hanım efendiler siz niye geçiyorsunuz. Bakın kırmızı ışık yanıyor hala deyince kadınlar.
---Ama o önümüzden yürüdü. Dediler.
Polis ne bana, ne o kadınlara ceza kesmedi. Ben yürüdüm. Kadınlarda önümden yürüdüler. Onlar ağır, ağır yürürken Ben onları geçtim. İşte bu arada dedim ki;
--Yürün yahu. Şimdi 30.TL vermenin sırası mı, zaten cepte para az. Karnım da aç dedim.
Ağır, ağır yürüyen, çocuklarının elinden tutarken çocukların yaramazlığından yol kat edemeyen o kadınlar bana bakarak
--Vaaa dilliymiş… Aaaa konuşuyormuş diye..Bağırdılar.
--Ulan susun polis size de, bana da cezayı yazar bak dedim.
Birden sustular. Ben de onlarda arkamıza bakmadan yürüdük.
****************** ****************
Şeker Banka daha görevli olarak girmemiştim. Babam keçeci bende keçeciye çalışmaya gidiyordum. Fakat Keçecilik mevsimlik bir iş, Zor bir meslekti. Devamlılığı yoktu. Gençtik çalışmak istiyorduk. Paraya ihtiyacımız vardı. Arkadaşlarla çalışmaya Antalya’ya gitmeye karar verdik. Orada çalışan arkadaşımız vardı o bize iş buluverecekti. Antalya da buluştuk. Üzerimizde biraz para vardı. İlk günler otelde yattık. Lokantada yedik. Para bitti. Amele pazarında bizi gören taşeronlar. Bize iş vermiyor. Bizim üzerimizde ki elbiseler temiz. Ne çimento, ne kireç, ne de başka amele olduğumuza emare toz toprak izi vardı. İşe gidenler de elbiseleri kireç çimento toz vs. elbiseleri amele elbisesi idi. Biz gezmeye gelmiş gibi temiz elbiseli olunca işe götürmüyorlardı. Para suyunu çekince Çare tükenmez deriz ya…
Antalya da gezerken bizim arkadaşın yanına gittik. Ben inşaattaki kireç çukurundan elbisemi kireç ile üzerimi batırdım. Hususi kireci üzerime sürdüm. Arkadaşlar ne ediyor lee bu dediler. O gün öyle kireçli, kireçli elbise ile arkadaşların yanında dolaştım. Diğer gün amele pazarında beni de işe seçtiler. İşe gittim. Ondan sonra devamlı çalıştım. Diğer arkadaşlarıma da benim gibi yapmalarını söyledim. Onlarda mecburen üzerlerine kireç çimento sürerek işe alındılar. O sezon Antalya da inşaatlarda çalıştık. İnşaatların içinde yattık. Yemeklerimizi inşaatta kendimiz yaptık, yedik. Üzerime kireç, çimento sürerek iş buldum. Allah bin bereket versin iyi para biriktirdim.
İnsan alın teri parayı harcanırken de dikkat ediyor. Öyle savurmuyor. Hayatla mücadele edeceksin işi güçürgenmeyeceksin. Çalışırsan hayat güzel, Miskine, kehele de zordur.
Veli Demirbaş sohbeti hoş, arkadaşlığı kavidir. Akşamları kahvede beraber oyun oynarken mutlaka bir anısını anlatır. Kahveye geldi mi balkona bak, balkona bak der. Bir gün diyerek başlar anlatmaya. Oyunun kendisinde kalmasından hiç haz almaz. Allah sağlıklı uzun ömür versin. 06.02.2010 {aozeski@hotmail.com}

SİHİRLİ AYNA

SİHİRLİ AYNA
Limni’li Omar Çavuş şimdiki Burcu Gazeteciliğin yanlarında bi kepenklik dükkânda çıra, mum ve baharat gibi şeyler satarak geçimini sağlamaktadır. Omar Çavuş çok muhterem, nazik, oldukça da saf temiz birisidir. Yanında da komşusu Devecioğlu Osman Efendi Züccaciyecilik işi ile iştigal etmektedir. Osman Efendide muhterem birisidir.
Devecioğlu Osman Efendi İstanbul’a mal almaya gider. Ayna almaktadır. İşyeri sahibi sihirli aynaları da gösterir. Osman Efendi 20 ye 20’lik ebatta bir sihirli aynayı tebessüm ederek alır. Diğer alış verişlerini de yaptıktan sonra tüm mallarını ambara havale ederek İstanbul’dan döner gelir.
Bir hafta içinde Devecioğlu Osman Efendinin malları gelir. Osman Efendi bu malları dükkânına yerleştirir. Yine eline tebessümle aldığı sihirli ayna gelir. Aynı hal ve tavır içinde gülerek mücüre de o aynayı muhafaza eder.
Osman Efendi birkaç gün sonra arkadaşlarına da aklından geçeni anlatır ve bir plan doğrultusun da Komşu Limni’li Ömer Çavuş’a şaka yapacaklardır.
Devecioğlu Osman Efendi bir gün sabahleyin evden gelen Limni’li Omar Amcaya geçmiş olsun, ne bu hal, ne oldu sana böyle der. Omar amca
--Hayırdır Osman Efendi niye geçmiş olsun dediniz. Osman Efendi
--Komşum şu halinizi görmüyor musunuz? Aman yarapbim! Omar Çavuş bişiler yapmalıyız.. der telaşlı, telaşlı
--Osman Efendi ne olmuş halimde. Der ve üzerine bakar acaba bir olağan üstülük bişimi var bende der üzerini düzeltir. Saçını sakalını sıvazlar. Hayretler içinde Osman efendiye bakarken
Devecioğlu Osman Efendi
--‘’Komşum du bi’’ der ve dükkânından aynayı alır gelir. Omar Çavuşun yüzünü gösterecek şekilde aynayı yüzüne tutar. Aynada kendi yüzünü gören Omar Çavuş yüzünü yukarı doğru uzamış görür.
--‘’Selam ün kavlen mirrabbil rahim’’ Selam ün kavlen mirrabbil rahim’’ der. Yaa evden çıkarken çocuklar bana bişi dememişlerdi. Onlar durumumu görmediler mi? Acaba. Ya da bana diyemediler mi? diyerek iki eli ile kafasını yukardan ve çene altından sıktırır.
Bu durumu gören Osman Efendi Aynayı geri alır. Hah hah düzeliyor Omar Çavuş der. Aynayı yan çevirir Omar Çavuş’a tekrar tutar. Bu seferde Omar Çavuş’un kafa yana doğru yayılmıştır.
Yeni durumu gören Omar Çavuş
--‘’Lahavle ve le kuvvete ille billehilaliyyul azim. Lahavle ve le kuvvete ille billehilaliyyul azim.’’ Der. İki kulağından elleri ile kafasını sıkıştırır.
--Osman Efendi, yoksa ben oluk altından mı? Geçtim. İnan ki bişi hissetmedim. Eriştiler mi yoksa bana. Kurşun mu döktürsek ne yapsak? Yarabbi sen büyüksün. Ele düşürme beni diyerek dualarını da yapar.
Bu arada Devecioğlu’nun arkadaşları da birer, birer gelmişlerdir. Onlarda yangına yakıt taşırlar. Omar Çavuş aynaya birkaç kez bakar. Osman Efendinin tuttuğu yan veya dik nasılsa Omar Çavuşun kafa öyle gözükür.
Omar Çavuş
--Osman Efendi Allah aşkına bişiler yap deyince;
Osman Efendi Allah aşkına dedi der ve düzgün aynayı alır gelir. Omar Çavuşa tutar. Kendini tekrar aynada düzgün bir şekilde gören Omar Çavuş ‘’Hah işte böyleyim ben. Allahım’a Şükürler olsun düzeldim, düzeldim diye çocuklar gibi sevinir. Zıplıyı, zıplıyı verir
Devecioğlu Osman Efendi komşusuna
--Omar Çavuş ben bu aynayı ta İstanbul’dan sana şaka yapmak için getirdim. Acaba komşum ne yapar diye meraktan aldım. Allah aşkına sende biz affet. Bu sadece bir şaka idi der. Bi taraf şakaya diğer tarafta şaka olduğunu öğrenince kendi haline beraberce gülerler. Osman Efendi komşusunun koluna girer ve arkadaşları ile kahvelerini içmek için dükkâna giderler.
Bu olay o zamanlar baya bi konuşulmuştu. Bizlerde Arkadaşlar ile O sihirli aynalara bakmak için toplandık İzmir fuarına gitmiştik. Bu anlattığım iki şahısta pek muhterem insanlardı. Ama şaka her zaman vardır. Baki kalan bu kubbede, hoş bir seda imiş (aozeski@hotmail.com)
Anlatan =Erzurumluların Mehmet ERBAŞ

FARFAR USTA

Farfar Usta
Hasan Hüseyin Özgül
1895(1315)-27.02.1977
Hasan Hüseyin amca 15 liler diye anılanlardandır. Yemen harbine katılır. Onunda içlerinde bulunduğu Osmanlı birliği dağılınca her asker kendi imkânları ile Anadolu’ya geçerler. Hasan Hüseyin amcada Sandıklı’ya döner. Harpten çıkan ülkemiz ekonomik sıkıntı içinde olduğundan insanlarımız zor durumda yaşarlar. Hasan Hüseyin amca Bursa’ya bıçak yapımını öğrenmek için gider. Orada bıçak yapımını öğrenir döner. Fakat ekonomik şartlar ağırdır. Gazi maaşı almak için müracaat etmesini isterler. O da kerhen müracaat yapar. Ama araştırmalarda firari gözükür. Gazi maaşı alamaz. O zaman Oğlum Farfar sana kolay para yok der ve hummalı bir çalışmaya girer. Hasan Hüseyin amca titiz keyfi çalışan ama usta birisidir. Ama sanayi de, ama sanayi dışında hatıra bırakmış bir şahsiyettir. Sanayi esnafı sanayi ustalarından Vanlı Ali’nin, Kullap Ahmet’in, Alalarlın Hulusi’nin, Karabük’ün, Farfar ustanın atışmalarını dinlemek için hususi vakit ayırırlardı. Herkes böylece saatini iyi bir saate, kendini de iyi bir muhabbete ayarlarlardı. Aşağıdan yukarıdan konuşurlar, fakat haddi aşmazlar perdeli konuşurlardı.
Araposmanların Ömer Abi ile bir gün muhabbet ediyorduk. Önümüzde kurban bayramı vardı. Farfar ustadan söz açıldı. Farfar ustanın kurban bayramı öncesi bir anısını konuştuk.
Farfar ustaya bir kurban bayramı öncesi hizmete gitmiştim. Usta dedim. Bana Omar otur dedi. Ben hizmete geldiğimi elimdeki parçanın yapılması gerektiğini söyledim. Tamam, yapalım otur dedi. Ben Farfar ustaya baktım gözleri dolu, sinirden patlayacaktı. O arada garson geçti ona iki çay getirmesini işaret etti. Farfar ustam oturuyordu bende karşısına bişiler bulup oturdum. Farfar usta boşalacaktı. Derdini birisi ile paylaşacaktı. Farfar usta başladı anlatmaya;
Farfar usta kurban bayramı öncesi 90 adet bıçak yapmış. Bu bıçakları satıp kurban kesmektir niyeti. Bir akşam yemek sonrası evinde karı, kızım inşallah bu kurban borçsuz dertsiz bir kurban keseceğim. 90 tane bıçak yaptım. Hepside çok güzel oldu. Jilet maşallah. Jilet gibiler der. İnşallah Allah müşteri nasip etsin hepsini satalım. Isparta’ya kadar bütün yerlere gidecem. Bıçakları satacam. Allah Rabbim inşallah bol müşteri nasip etsin diyerek konuşmuş. Bu düşüncelerini evindekilerle de yani karısı ve kızı ile de böylece paylaşmış.
Büyükçe ne bir heybenin iki gözüne bıçakları doldurmuş. Heybenin ortasından başını geçirip, Isparta’ya doğru yola koyulmuş. Düşüncesi Sandıklı’dan Isparta’ya gidesiye kadar yol üstünde veya yakınında ne kadar köy kasaba varsa buralara girip bıçakları satmak. Yolculuk yayandır. Vasıta yoktur. Bunu da göz önüne almış. Çok azimliymiş. Köylerde odalarda kalacak gündüzleri yol alacakmış
Farfar amca Isparta’ya kadar ne kadar köy kasaba varsa girer. Kahvelerde odalarda bıçak satmak istediğini önümüzde kurban bayramının olduğunu anlatır. Bıçakları sergiler. Isparta’da pazarı alır, geri döner. Tekrar köy ve kasabalara girerek Sandıklı’ya arife den bir gün önce geri gelir. Ne yazık ki üç beş bıçak anca satmıştır. Evine döner. Bir odaya çekilir hüngür, hüngür ağlar. Ya Rap günahlarımı affet beni yoklukla imtihan etme, bıçak yapmakla niyetim borçsuz dertsiz bir kurban kesmekti… Diyerek dualarını yaparak sabaha kadar ağlamış. Farfar amca hep borçla kurban kestiğini bu senede nasip olursa çalışıp çabalayıp borçsuz kurban kesmek olduğunu anlatı. Ama hayat oğlum hiçbir zaman istediğin gibi gelişmez. Hayatta hiçbir şey her zaman istediğin gibi olmaz. Hayatı doluya koydum daşmadı, boşa koydum almadı. Ahhh. İdare olacaksan yap sat, adam olacaksan al sat diye konuştu. Bende onu babam geç kalınca kızar diye de heyecanla dinledim.

*******************
Farfar ustanın yaptığı kilitler perdeli olurdu. Bir anahtar diğer kilidi açmazdı. Anahtar, kilit yapımında mahirdi. Tulumba yapardı. Koyunların kulağını delen en yapardı. Bu en şekilli delerdi koyunların kulağını. Tırpan yapardı. Tırpana kaynak yapardı tamir ederdi yani. Bunları elde yapardı. Eğe ile yontar çekiçle döverdi. Demiri kızdırır şekil verirdi. Farfar usta örste çalışır kene müzik sesi çıkarttırırdı. Ritimli vurur ahenkli ses çıkardı. Sanatkarı severdi. Kapı zembereğini elinde ağartırdı.
Farfar usta her şeyi yapardı. Herkesin işini yapmazdı. Hatiplerin Erol geldi mi elindeki tüm işleri kor ‘’Hoş geldin küçük adam’’ der. Onun ne işi varsa yapardı. Ona çay kahve ısmarlar yemek teklif ederdi. Erol onunla konuşur kene emir vaki konuşur. Farfar da tebessüm ederdi. Hatiplerin rahmetli Erol’u çok severdi.
Futbol oynayan zamanın gençleri topa gelişigüzel vurup topu kaleye gol değil de auta atarsa seyirci bağırırdı. Farfar ustaya git. Farfar ustaya git de ayağını çekiçle dövsün eğe ile yontsun, mengenede düzeltiversin diye bağırırlardı bu Farfar Ustanın, ustalığının literatüre böyle geçtiğinin göstergesiydi. Sanayinin duayenlerinden birisidir. Seksen küsur yaşında öldü. Kolay yaşamadı. Hayatını zorluklarıyla yaşadı.
Alalların Hulusi ile çok dalaşırlardı. Mesela; eskiden köylüler pazartesi günü yoğurttu getirdi mi dükkânın kepenğin yanında bir çiviye yoğurt kesesini takarlardı. Herkesin yoğurt getiren bir yoğurtçusu vardı. Farfar ustanın da yoğurt kesesi çiviye takılırdı.
Alalların Hulusi köşeye çıkar. Farfar Ustanın duyacağı şekilde
--‘’Pis pis oca sönesicenin kedisi bula, bula ustamın bi kese yoğurduna mı göz diktim. Pis, pis oca sönesicenin kedisi’’ diye Farfar dükkândan çıkasıya kadar bağırırdı.
Farfar ustada dışarı çıkar. Sinkaf, sinkaf cevap verirdi.
--‘’Ulan……… Kodumun dırtlısı sen neccen benim yoğurdumu, sen kendi yoğurduna bak. Sana ne benim yoğurttan’’ derdi. Her pazartesi sabahtan bu atışma olurdu. Güne bu atışmaya gülerek başlardık. İşe geç gelip bu durumu kaçıranlar ‘’tüh be merasimi kaçırdık.’’diye üzülürlerdi. Onlar sanayinin güzelliği idiler. Nur içinde olsunlar. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş ANONİM
[aozeski@hotmail.com]

deli ali

Deli Ali
Deli Ali’nin eşi hastaydı. Uzun süredir yatıyordu. Evin tüm işlerini Deli Ali yapıyordu. Evlerde su şebekesi olmadığından meydan çeşmesinden bakırca, bakırca su taşıyıp bulaşık yıkıyor. Eşinin ihtiyaçlarını görüyor. Evi silip süpürüp, Kış günleri sobayı yakıyor. Külü atıyor. Evde ne iş varsa hepsisini Deli Ali yapıyordu.
Üç senemi, dört senemi Deli Ali eşine bakmıştı. Bu durumu görenler ise Deli Ali’ye acıdılar. Belki de onun adına dua ederek ‘’Yarabbi Deli Ali’ye iki rahmetten birini ver.’’ Veya ‘’Yarabbi Deli Ali’ye sabır ver’’ demişlerdir. Deli Ali için çok ben böyle dua edenleri duydum.
Derken bir gün duydum ki Deli Ali’nin eşi ölmüş. Ben de Deli Ali’nin eşinin ölümünden 15/20 gün sonra, babamı ziyarete Ekinhisar’a gitmiştim. Babam bakkallık işi ile uğraşıyordu. Dükkân’a girdim. Selam verdim babam ve Arkadaşı Deli Ali’de dükkânda oturuyorlardı. Ben babamın ve arkadaşı Ali Amcanın elini öptüm. Aklıma Ali Amcanın eşinin öldüğü geldi. Üç günden sonra başsağlığı dilenmez deriz ya. Atasözüne veya bu geleneğe aldırış etmeden;
Fazla zaman geçmedi her yanı üç hafta falan oldu daha taze olay diyerek ben ‘’Ali Amca başın sağ olsun. Eşine çok hizmet etmiştin. Hadi gari kurtuldun’’ deyiverdim. Ağzımdan öyle çıktı. Bu arada da babamın sattığı gazozların kasalarından kendime oturacak yer ayarladım. Oturdum ki Ali Amcanın gözlerinden şapır, şapır gözyaşı aktığını gördüm. Kendi, kendime ulen dedim pot mu kırdık yoksa. Bu adam neden ağlıyor. Diye düşünürken. Babamın surat bi karış oldu.
-‘’Ali amca neden ağlıyorsun. Eşin zaten yatalaktı. Sana çok meşakkat veriyordu. Evin her işini senin yaptığını herkes gördü biliyordu. Sana acıyordu.’’ Diye konuşuyordum ama bir taraftan da içim daralıyordu. Bir yerlerde hata yapmıştım. Ama nerde diye de içim, içime sığmıyordu. Zaten bin düşün bi konuş. Ben düşünmeden konuşmuştum.
Ali amca sessiz, hareketsiz, öylece başını öne eğmiş kıpırdamadan duruyordu. Ali amcanın gözlerinden yaşlar, musluktan akan damlalar gibi hiç eksilmiyordu. Babamsa iyice kızmıştı. Mahkeme suratı gibi olmuştu yüzü...
Ulan dedim. Üç günden sonra başsağlığı dilenmez derlerdi keşke demeseydim de Ali amcayı üzmeseydim. Halt ettin eşek herif diye de kendime kızdım. Dükkânda bir sessizlik, bir sıkıntı, bir ağırlık vardı. Ben konuştukça bostana giriyorum diyerek neçe sonra susmayı tercih ettim. Kimse, kimseye bakmıyor. Herkesin başı öne eğikti. Babamdan yiyeceğim fırçayı düşünürken. Ali Amca başını kaldırdı ve konuştu.
-Keşke ölmeseydi de bir köşede otursaydı, dursaydı. Nefesini duysaydım. Her zaman ben ona hizmet etseydim. Ara sırada olsa şöyle karşılıklı oturup hasbıhal ediverseydik. Ben ona şekerini karıştırıp çay ikram edip dursaydım. O konuşsa da ben dinleseydim. Sümük olsaydı da alnıma yapıştırsaydım. O öldü, ben mezara girdim. Ahmet’im. İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun… Dedi. O sözünü hiç unutmam Sümük olsaydı da alnıma yapıştırsaydım. (aozeski@hotmail.com)
Anlatan: Ticaret Bankası Emeklisi Ahmet OĞUZ

29 Temmuz 2010 Perşembe

YUNUS Emre’nin BELGELERİ


Ticaret ve Sanayi Odasında 31.01.2010 tarihinde toplandık. Sandıklı için bazı çalışmaları yaparken Eski Belediye Başkanı Hacı Nimet ÖZÇİFTÇİ muhabbetin arasında anlattı. Ben de önemi haiz konu olunca kaydettim. Bunu sizlerle paylaşmak için.
Hacı Nimet amca şöyle anlattı.
Nimetin Osman’ın babası Mustafa amca evlerinden YUNUS EMRE ile ilgili senet’i, bulur.
Bu evrakları zamanın ileri gelenlerinden Boz Amat’a, Eski Belediye Başkanlarımızdan Ahmet BOZKURT verir. Boz Amat o zamanlar il genel meclisi üyeliği yapmakta imiş. Boz Amat kendisine verilen tabu’yu inceler. Bakar kendisinin onlar için yapabileceği bir şey olmayınca bu belgeleri zamanın İstanbul iş mahkemesi başkanı olan Osman YETEN’e veriyor. Osman YETEN Kadıların Asımın, Asımın Âlinin damadı olur. Kadıların asımın Âlinin kızı Hayriye’nin kocasıdır. Osman YETEN Anayasa Mahkemesi Kurucularındandır. Osman YETEN Sandıklılıdır. Ben Onunla, Eniştem Prof. Dr. Bekir BERKOL vasıtasıyla görüşüyorduk. Osman YETEN kendisine verilen YUNUS EMRE ile ilgili evrakları inceler. İstanbul kadastura müdürlüğüne kadar gider müdüre sorar oda Tapuya bakarlar ki İstanbul’daki ana kütük defterindeki tabu kütüğü ile mutabıktır. Der kadastora müdürü.
Bunları bana, Ben eniştem Prof. Dr. Bekir beyin yanına vardı mı oda hemşerimiz ya, O da bazen orada olurdu. Sandıklıdan falan konuştukça bu meseleyi de konuştular/anlattılar. Onlardan duydum.
Osman YETEN bu durumda işin ciddiyetini anlar ve belgeleri Arkadaşı Mevlevi mensubu sağlam bildiği ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI’ya verir.
Sayın GÖLPINAR’lı siz bu işlerle iştigal buyuruyorsunuz. Şu bizim belgeleri de bir kontrol etseniz inceleseniz sizin bu hususlarda çalışmalarınız malumdur. Hemşerilerim bu belgeleri bana göndermişler. Ben bi baktım. Tapu kaydı kütük defteri ile mutabık. Ve belgeleri Abdülbaki GÖLPINARLI’ya verir. O gün bu gündür belgeler onda kalır. Ne Abdülbaki GÖLPINARLI, ne Osman YETEN, ne Boz Amat, ne de belgeleri evinde bulan Mustafa BÜTÜNER sonucu araştırır. Ocağa odunu korlar ama üflemezler. Ne olur o odun. İşte... Bizim belgelerde akıbeti meçhul oldu. Muallâkta kaldı. Şimdi elden ne gelir. Gidenin arkasından baka kalıyoruz. Sahip çıkmayanın malına sahip çıkılıyor.
Abdülbaki GÖLPINARLI Yunus Emre türbelerinin bulunduğu listeye Sandıklı’yı da ekleyiverir. Ama fazla bir şey yapmaz.
Yunus Emre kitabı çalışmalarında Yunus Emre zavidarının torunları olan Ali, Mustafa, ve Uğur Bütüner’ler anlattı.
Bir gün akşam yemeğine oturmuştuk. Annem babama dedi ki:
--‘’Osman yukarıda ki sandığı eskiciye verdim. Yerine alüminyum, terlik vs. aldım.’’ Diye iyi bişi yapmış gibi söyler. Osman amca babasından kalma o kitap kâğıt kürek vs. belgeleri hanımının bi alüminyum kap ile iki terliğe değişmesi karşısında delirir ama hanımına da bir şey diyemez. Kalın, kalın sert, sert ‘’Hanım’’ der durur. Hanımı ‘’Osman hatamı ettim’’ deyince. ‘’Hanım evi satsaydın da keşke o kitapları belgeleri satmasaydın a güzel karım benim O kitaplar babamın yadigarı idi. Önemli evraklardı Valla onlar evden daha değerli idiler.’’ der. Hanımı
--‘Ne bileyin bey, tavan arasında yer kaplıyordu uzun zamandır da kimse onlara bakmamıştı. Önemli bişi olduğunu ben ne bilirim. O kitaplar zaten eski yazı idi ’’der.
Babamız yemeğe oturdu yemeden doydu, üzülmüştü ama elden ne gelir. Kızsa kime kızacak karşıdaki hanımı hayat yoldaşı. Babamın o gün bişi diyememenin sıkıntısı ile kanı içine üğündü.

* * * * * * * * * * * * * Bu durumu yazarken Rahmetli Molla Kadirin dükkânda bidi bidi Osman amca ile oturuyorduk. Çay içiyor onların şen şakrak muhabbetlerini dinliyordum. İkisi de vefat etti. Allah Rahmet etsin. Herkes bidi bidi Osman amcaya takılıyor. Şaka yapıyordu. Bazen işin suyu çıkıyordu. Ben lafı değiştiren diye
—Osman amca senin için Yunus Ermenin evraklarını Eskişehir’e götürdü diyorlar. Bu durumun aslı var mı? Dedim fazla bişi demeden..
Herkese kızan Osman amca bana ifrit oldu. Daha çok hararetlendi. Usandım bu dedikodudan canım dedi bağıra, bağıra ve kalktı gitti.
Rahmetli Molla Kadir.
—Osman abi ne kızıyon neddin o Yunus Emre’nin kâğıtlarını dedi.
Bidi Bidi Osman amca el kol işaretleri ile bişiler dedi. Molla Kadir anladı onları, bizlerde güldük.
Adı geçenler göçtü gitti. İnanıyoruz iyi niyetlilerdi. Allah rahmet etsin. Nur olsunlar.
Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş 31.01.2010(aozeski@hotmail.com)

14 Haziran 2010 Pazartesi

HAYVAN
SEVGİSİ

Geçenlerde şöyle bir vaka zuhur etmiş. Biz hayvanın sahipleri gelince olaya şahit olduk. Ispartalı bir aile, Ankara da mobilya işi ile iştigal ediyorlarmış. Yine bir gün Isparta’dan eşi ve çocukları ile Ankara’ya yolculuk ederken Sandıklı da yol boyunda resturant'ta yemek, için mola verirler. Yanlarında bir yaşında Seter Av köpeği kırması bir köpek/hayvan vardır. Birkaç günlükken den itibaren yanlarındadır. Otur oturur. Kalak kalkar. Evcilleşmiştir. Köpeğin sahibi aile köpeğe ‘’paşa’’ demektedir. Yemek için oturan aile köpeğe paşa hadi sen arabanın yanına derler ve köpek arabanın yanına gider. Orada sahiplerini bekler,
Bu olay Sandıklımızda gençlerin askere gitme günlerin de olduğundan Gençler eğlence düzenlediği zamana denk gelir. [Bu asker gönderme merasimini biraz abarttık gibi sanki. Asker eğlencelerinde yollar kapatılıyor. Geç saatlere kadar gürültü etrafı rahatsız ediyor. Toplumda bunlar konuşuluyor. Asker uğurlamaları biraz daha mütevazı olarak yapsak iyi olur.] Askere gidecek gençler havai fişek atarlar. Bu sesten ürken köpek arabanın yanından kaçar. Aile arar ama bulamazlar. Köpeğin sahiplerinden ailenin küçük kızı ağlamaktadır. Orada bulunan manav bir hemşerimiz küçük kızın ağladığına gözyaşlarına dayanamaz. Köpeğin sahiplerine yardımcı olacağını köpeği bulmak için arayacağını kendilerinin yollarına devam etmesini işlerinden kalmamasını söyler.
Derken manav hemşerimiz babasına da durumu bildirir. Baba oğul köpeği bulmak için ararlar. Birkaç gün sonra köpeği bulan manav hemşerimiz. Sahiplerine Ankara ya haber verir. Köpeğin sahipleri sevinç ten Ankara dan gelir köpeği almak için. Bu arada hemşerimiz köpeğin yemek ihtiyacına da karşılamıştır.
Hemşerimiz Yunus’ta ‘’yaratılmışı severiz yaratandan ötürü’’ derken Hayvan sevgisini de kısmen kastetmiştir herhalde değil mi? Onunda yaratanı aynı çünkü.
Köpek sahiplerini ve arabayı görünce hemen arabada yerine oturdu. Sessiz bir biçim de. Görenler hayret etti. Bizde hasbel kader orada idik. Hayvan sevgisi de olsa insana getireceği olumlu katkıyı unutmamak gerekir. Ama evde heves için köpek beslemek bana ters geliyor. Ben evimde muhabbet kuşu besliyordum. O olmaz ise kanarya. Kanaryanın cins olanı öteni insanı evde dinlendiriyor. Evde kedi beslemeye de pek hoş bakmıyorum.
Ama hemşerimiz Sebzeciler Odası Başkanı M. Ali SARIKAYA ve oğlunun bu ailenin derdi ile ilgilenmesine insanlık namına teşekkür etmek lazım.
Küçük kızın hayvan sevgisine sahip çıkmış. Gözyaşlarına ilgisiz kalmamış
Aman canım neme lazım dememişler.
Bu bence önemli. Vakayı duyunca ilgiye Sandıklı adına memnun oldum.
Hayvan sevenler derneğinin Sebzeciler Oda Başkanımızın bu yaptığına ilgisiz kalmaması gerekir. Haberleri olursa tabii.
Sevgi kalbinizden eksik olmasın...
baba irtibatı koparmayalım
1 Haziran akşamı belediye düğün salonunda tek kişilik bir tiyatro vardı. Davetiyede ‘’SAFAHAT Mehmet Akif dönüyor.... Ya siz nerdesiniz?’’ İsimli tiyatroda oyuncu Ahmet YENİLMEZ’di. Ahmet YENiLMEZ’i Ekmek Teknesi dizisinden tanırım seyrettim hayranıyım. Baba irtibatı koparmayalım sözü birçok kişinin ağzındadır.
Salı akşamı 20.45’te salonda idik. Sahne hazır sahnede bir Neyzen Tevfik ney çalarken portresi vardı. Siyah bir zeminde sahneye oyuncu çıktı. Bir saat fazlaca sahnede kalan oyuncu çok terledi ama bizim için bir saat nasıl geçti bilmiyorum.
Tiyatroda Akif’in Neyzen Tevfik ile arkadaşlığını
Akif’in Baytar mektebine başlamasını
Akif’in Çanakkale şiirini oraları görmeden nasıl yazdığını oynadı. Anzak’ların sadece Çanakkale için 200 üzerinde tiyatro oynadıklarını bizim ise bir elin parmaklarını geçmediğini de sözlerine ekledi.
Milli şair Akif’in İstiklal marşını yazdığını Meclis’te kabulünü ve Milli Şairimizin anılarından oluşan tiyatro gerçekten güzeldi. Bir ara 2.Abdülhamit Han’a dokunsa da yinede iyi hazırlanmıştı. Zaten herkes zamanını yaşıyor. Bu konuya da girmekte haddime düşmez zaten.
Mehmet Akif olurda İstiklal marşı okunmaz mı? Küçük bir kızın istiklal marşımızı baştan sona 10 kıtasını da okumasını hep beraber hayretle seyrettik. Her zaman merak ederim. Bir insan kendi istiklal marşını okuyanı aval, aval seyretmesi kadar ayıp ne olur. 8 sene ilköğretim 4 sene lise toplam on iki senede bir istiklal marşını bilemeyen/okuyamayan bir toplum olmanın kaderini yaşamak istemiyoruz. Zaten merasimlerde banttan okunmasını hiç haz etmiyorum. Yanlış olur eksik olur ama kendi marşımızı kendimiz canlı olarak okusak ne olur. Bir de hala onuncu yıl marşı çok güzel hoş ama biz 90.cı yılı yaşarken onuncu yıldaki marşımızı yenileyemedik.

Tiyatronun izleyicisi çoktu. İzleyicinin çokluğuna ve tiyatroya ilgisine çok sevindim.
Tiyatro güzel idi. Bitiminde herkes ayakta alkışladı. Ülkemizde bu güne kadar ilk Mehmet Akif için tiyatro hazırlanması ve sunulması hatta evinin şu an bar olarak kullanılması kadar üzücü ne olabilir. İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın diyen ceddimizin sözünü İnsanımıza sahip çık oda milletine/devletine sahip çıksın diyebiliriz. Milli şairimize de sahip çıkmaz isek valla ayıp olur. (Zaten ilçemizde de milli mücadeleye katılmış atalarımızda perişan ölmüşler namerde muhtaç olmuşlar bu da bizlerin ayıbıdır.) Oyuncu konuşmasında TBMM bu durum bildirildi. Oranın müze olması girişimi başlamış. İnşallah olur. Merak edenlerse o evin şu an kime ait olduğunu öğrenmeleri lazım.
Bu vatanı bize emanet edenler bizden bir şey istemiyorlar.
Sadece saygı bekliyorlar

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Kör katip mehmet atasoy


Ağrılarım arttı derdim dinmiyor
Mideme en leziz yemekler artık inmiyor.
Felek vurdu darbesini hayat geri dönmüyor
Dostlarım helal ediniz hakkınızı
Evlatlarım sizde helal edin hakkınızı

Ayaklarımdan kan ve derman çekildi.
Bükülmeyen belim büküldü
Evlatlar,ayalim dostlarım baş ucuma dikildi.
Ahbaplarım, dostlarım helal edin hakkınızı

Beden güçüm dünyaya daldı da daldı
Ruh varlığım bu yüzden sınıfta hepten kaldı
Nefis denen nesne beni taştan taşa çaldı
Evlatlarım helal edin hakkınızı
Komşularım sizde helal edin hakkınızı

Evlatlarım sizde sakın yalan dünyaya aldanmayın
İman, ibadet, ve Ahret'i ihmal edip sınıfta kalmayın
Hakkınız olmayan bir nesneyi sakın ha almayın
Bu nasihatimden zinhar, zinhar sapıp ayrılmayın

Bende her kimin hakkı varsa hepten helal ediyorum
Rabbime inanç, ibadet şükür içinde dünyadan gidiyorum.
İhvana, evlada ayale dosta beni görüp görmeyene hep selam ediyorum.
Elveda dostlar dünya kalanın ve sevenin olsun.
( Mehmet Atasoy. 26/06/1999 Isparta Devlet Hastanesinde Evlat ve dostlarıma veda şiiridir.)

Müftülük ulu caminin yanındadır. Kış mevsimi havaların kuru soğuk olduğu bir cuma günü müftü vaazı uzatırda uzatır. Kör Katip Mehmet Hoca vaize el kol işareti yapsa da vaiz anlamaz, kürsüde vaaza devam eder. Mehmet Hoca bakar ki vaiz durumu anlamıyor. Caminin fazla kilimini üzerine örter. Vaiz bakar hayret, dayanamaz kürsüden ne oluyor der.
Mehmet Hoca
-Efendim vaazı uzattınız soğuktan uşudük kilime sarıldık. vaazı sonlandırsanız da cumayı eda etsek artık der. Vaiz saate bakar baya bir zaman aldığını farkına varır. Vaiz bu durumda vaazını bitirir.
* * * * * * * * * * *
Sandıklıya kaplıcanın sıcak suyu gelmiştir. Belediye meydanın bulunan havuza sıcak su akmaktadır. Kaplıcanın sıcak suyu artık Sandıklıya gelmiştir. Sandıklı için koca bir rüya gerçekleşmiştir. Açılış töreni için her şey hazırdır. Kaplıcadan gelen suyu kesmişlerdir. Kurdeleler kesilecek su akacaktır. Ama bir aksilik olur su akmaz bu durumu duyan kör katip çizgili pijamaları ile çıkar sokağa eline iki güğüm alır. Gelir belediyeye. Herkes bir telaş bir telaş koşuşturmaktadır. Belediye görevlisine kör katip sorar.
--oğlum burada sıcak su akıyormuş. Yengen geçek yıkıyor da iki güğüm sıcak su getir dedi. Nereden dolduracam. Yengen sıcak su getir dedi de. Der.
Yetkili
--be hocam Etme Allah aşkına der.
Yengen geçek yıkıyor da deyince
Yetkili belediye personeli hocam burnumuzdan soluyoruz der.
Mehmet Atasoy kör katip elinde iki güğümle geri döner. Eeee muhalefet işte olacak o kadar. Mehmet ATASOY 1984 Belediye seçimlerinde Belediye Başkanlığına Refah Partisinden aday olmuştu.
23 Temmuz 1999 Cuma günü Akşam ezanına 10 dakika kala vefat etti. Hatırası var. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş.
ALADINLILARIN YUNUS

Bir bahar günü 4/5 arkadaş kırlarda gezmeye çıktık. Gezerken Aladınlıların Yunus cebinden bir tek ciğara çıkardı. Yanındaki arkadaşı da onun sigarasına şöyle bir baktı. Sanki bana da bi sigara ver dercesine
Bunu gören Yunus Arkadaşına cebinden yak dedi.
Arkadaşı cebimden yakacam da rüzgâr ortak oluyor. Sen ver de yakam dedi.

*/*/**/**/*

Aladınlıların Yunus amca İstanbul’a yerleşir. Memleket özlemi işte ara sıra memleketine gelir. Yine bir gün Sandıklı’ya geldiğinde çarşıda dolaşırken Hüseyin isminde eski samimi bir arkadaşı ile karşılaşır.
Arkadaşı Yunus’a
—Len Yunus bek küçülmüşsün diyor.
(Aladınlıların Yunus kısa boylu olduğundan Aladınlıların Gede Yunus ta derlerdi.)
Yunus altta kalır mı?
--Len Hüseyin sen Aktakkanın hanın kapıdan girerken kafanı mı eğiyon?
(Aladınlıların Yunus’un arkadaşı Hüseyin de onun gibi kısa boyludur.)

22.7.2009 F.AKSU
On kasım sabahı

Babam Kunduracı Sadık Ahmet
1903-1988
Annem Musahocaların Emine
1908-1998
Zaman 10 Kasım günü 1938
Yer evimiz.
Hemen her gün babam sabah namazına gider namazdan sonra kahvede arkadaşları ile birer çay içip, Güneş doğacağına yakın eve gelir çorbamızı içer idik.

Gene bir sabah babam eve baya gecikerek geldi. Anam toprak güveçte ki çorbayı yer sofrasına koyarak niye çok geç geldin bey buyur otur sofraya dedi.

—Babam yemeyeceğim. Canım istemiyor. Çok üzgünüm. Kahvede de bu gün hiç kimse çay içmedi herkes ağladı.......... Dedi.
Anam ne olmuş herif çabuk söyle, meraklandırma insanı
Babam GAZİ ölmüş dedi.
Anam va. Ben bilemedim, bu ölen kimlerdenmiş, yakınlardan mı? acaba diye sorunca..,
Babam kızdı....... ya Emine senin dünyadan haberin yok, tüüü... yüzüne diyerek ocağın kenarından maşayı alıp anama vurmaya üzerine yürüyünce Anam
Mustafa... Mustafa beni kurtar aman oğlum baban dellendi diye yanıma kaçtı. Bende o zamanda 7 yaşımda falan idim. Bende yapma baba, anam cahil yazık bilemedi diye anamı maşadan kurtardım.

Anam, Babamın Gazi demesi ile bilemedi Sandıklıdan biri ölmüş zannetti. Sonra anladı. Sözcükler kuşa benzer ağızdan çıktımı tutamazsınız. Oda çok üzüldü. .... Eyvah... Mustafa gene mi yunan gavuru gelir. Halimiz ne olacak gayrı dedi.

Babam Atatürk’e hep GAZİ derdi. Anama Atatürk ölmüş dese belki bilirdi... Anam ‘’Yaa demek Atatürk ölmüş eee.... diye diye ağladı.

Bende Atatürk’ün cenazesi Sandıklı hükümet binasında zannettiğimden hükümet meydanına geldim. Çocukluk işte. O zaman hükümet şimdiki Ziraat bankasının olduğu yerde idi. O bina çok görkemli çok güzel idi. Hükümetin karşısında koca koca kavak ağaçlarının altında konağa giren çıkanlara baktım. Haberi duyan belediye meydanına o zaman ki hükümet konağının önüne geliyordu. Baya koca bir kalabalık birikti. Bayrağın yarıya indirilmesini seyretti herkes.
Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş.
Yazılı kaynak: Mustafa PEKBEY
(aozeski@hotmail.com)

ÇANAK'IN MURAT

Ramazan da, Terzi Esnafı
Çanağın Terzi Murat
d.t./01.02.1926-21.09.1976/ö.t.

Tapudan emekli Hacı Mustafa Aysoy anlattı.
Babam beni okulun sömestri tatillerinde Çanağın Terzi Murat’a çıraklığa verirdi. Baya iki üç sene tatillerde terzi çıraklığına gittim. Benden sonrada çıraklar gelince benimle çıraklığa gelenler kıdemleşmiş oldular. Benimle üç kişi daha çıraklığa gelmişti. O zamanlar okul tatillerinde bütün çocuklar mutlaka bir mesleğe çıraklığa giderlerdi. Babam gönderdi beni, Terzi Murat’a çıraklığa gideceksin dedi. Yıl 1955/1958 ler de. Birde ustalar arkadaşlarının veya tanıdıklarının çocuklarını tatillerde çocuğu dükkâna gönder çıraklığa gelsin diye isterlerdi. Bazıları baba çocuğu gönderecek ama diyemezdi. Bunu hisseden ustalar veya arkadaşları devreye girer. Çocuğu çıraklığa isterlerdi.

Terzi çıraklığında iki senelik mi? Üç senelik mi? Ne olmuştuk. O zamanlar bütün büyükler Ramazan bayramında takım elbise diktirir. Ustalar kalfalarına çıraklarına veya babalar oğullarına da takım elbise diktirirdi. Ustam Çanağın Murat’ın kesim masasının üstünde kırkın üstünde dikilecek takım elbiselik kumaş birikmişti. Ustam kumaşların üzerine isimlerini yazıp kirişin yanına yaslayarak üst üste koymuştu. Tek pantolonlar hariç.
Bir gün Usta ben namaza gidiyorum dedi ve ikindi namazına gitti. Ardından kalfalarda gitti. Sonra ben ve benim devre çıraklar yeni gelen çırağa
--Len biz namaza gidiyoruz. Dükkânı iyi bekle. Gözünü dört aç lan.
Dedik ve Havai Camisine gittik.
Camiden çıkınca geldik dükkândayız. Ustam ve kalfalar çalışıyoruz. Bizlerde getir götür. Paça falan dikiyoruz. Yani işin kolay tarafından başladık bişiler yapmaya.
Çanağın Murat ustam kesim yapıyordu. Bir elbisenin kesimi bitti. Kalfaya verdi. Elini kirişin yanına uzattı ki kumaşlar yok. 5/8 kumaş var. Gayet sakin çocuklar buradaki kumaşları bi yeremi koydunuz. Kalfalar hayır usta hepsi orada. Dediler. Sonra kıdem sırası ile sordu hepimiz bir yere koymadık usta desekte. Bizde kumaşların eksik olduğunu gördük.
Ustam sordu Benden sonra burada kim kaldı. En son yeni çırak kaldı. Ona sordu. Oğlum kumaşları kurcalayan oldu mu? Biz yok iken dükkâna gelen giden oldu mu yavrum. Diye sordu.
Yeni çırak tir, tir titreyerek hayır usta. Dedi Sonra usta bilmediğim iki kişi geldi. Adam bana bişiler sordu. Karısı vardı şalvarlı birde kocaman bir çanta vardı dedi.
Adamla ben elbiselere baktık. Dikimi güzel falan diye konuştu. Kadın ne yaptı oğlum dedi. Kadına sırtım dönüktü usta deyince. Tanıyor musun oğlum? dedi ustam. Çırak
—Hayır, usta deyince Rahmetli ustam Nur içinde yatsın. Çömez çırağa bir şey demedi. Hatta bizlere de bir şey demedi. Niye dükkânı terk ettiniz gibi.
Çocuklar bu adam ile bayan bizi soymuş dedi. Dışarı çıktı etrafa baktı. Yapacak bir şey yok diyerek bir sandalyeye oturdu. Çaresiz kaldı.

Sonra ölçülerini yazdığı defterden takım elbiselik verenlere tek, tek mevzuyu anlattı. Arkadaş elbiseliği nereden aldın. Kusura bakma biz sahip çıkamadık. Bir sakametlik çıktı. Yenisini alacağız. Durum şu vaziyette diye anlattı. Kiminin dükkânına gitti. Kimini dükkânın önünden geçerkene çağırdı anlattı.
Sana bu durumdan iki insanlık halini anlatacağım. İsimleri yazma. Zülfüyare dokunmasın. Tamam mı?

Elbiseliklerin çalındığını duyan birinci şahıs Dükkâna geldi
—Murat geçmiş olsun. Olur, böyle şeyler arkadaş. Kendini üzme. Diyerek moral verdi.
Ustam Rahmetli Murat’a
—Ağabey elbiseliği nereden aldınsa Allah Aşkına söyle tekrar alacağız yerine tamam mı? Deyince birinci şahıs lafı orada kesti.
—Murat bak ben buraya elbiseliğimi sormaya gelmedim. Olur, böyle şeyler Valla bir santim bile kumaş aldırmam. O bizden çıkmış ise hayır etmez. Bak ne güzel eziyet etmeden ayrıldı. Eğer nasip ise bir yerlerden çıkar gelir.
Nasip ise gelir Hint’ten Yemenden
Nasip değilse ne gelir elden.
Bak valla üzüldüm. Böyle dediğine. Diyerek muhabbet uzadı. Hasılıvelkelam
Sonra İkinci şahıs geldi.
Ona, ustam Çanağın Murat durumu anlatmış.
İkinci şahıs Murat ben kumaşı İstanbul’dan Yahudi tüccardan almıştım. Benim kumaş laskotin İngiliz kumaşıdır. Tüccarda tam bir takımlık kumaş kalmıştı. Onu da bana verdi. Sen benim kumaşı nasıl bulacaksın. Nereden alacaksın.
Ben kumaşımın aynısını isterim Murat dedi.
Ustam Rahmetli Çanağın Murat
—Ağabey elde olmayan sebeplerden dolayı olay vaki oldu. Zaten ‘’Ustası namaza gitmiş çırak’’ arayan birileri yapmış bunu. Olacakmış oldu naçarız.
Senin elbiseliği de İstanbul’dan temin edeceğiz inşallah.
Eh işte ne edesen et. Ben kendi kumaşımı isterim Murat. Dedi gitti.
Kalfalar çıraklar biz hepten mahcup olduk. Valla Allah seni inandırsın ustamız kalfalara çıraklara ve o yeni çırağa bir tek laf etmedi. Bize de moral verdi. Ustam çok görgülü, titiz idi. İş olsun olmasın dükkân terk edilmez. Şimdi dükkân sahibi çıkıyor karşıda dükkânı bekliyor olmaz. Müşteri kepengin altındadır. Ali şu geldi geçti Çanağın Murat’ın yanına çıraklığa gelenler ne işe girmişlerse o işlerinde muvaffak olmuşlardır. Ustamızdan aldığımız disiplini hala muhafaza ederim. Memuriyet hayatımda da ustamdan gördüğüm iş disiplinine uyardım.
Derken Ali o hırsızlar o günlerde Sandıklı’da duman attırmışlar. Hatta Grandıras ta köyün biraz dışında ev tutmuşlar. Orayı ardiye olarak kullanmışlar. Bütün çalıntı malları orada toplamışlar. Malı çalınan esnaf bir yabancı gördü mü bu kim diye sorardı. Çok kişinin canı yanmıştı. Derken kısa zamanda bir kadın bir erkek gezen birinden şüphelenildi. Takip, takip Grandıras ta ikamet ettikleri tespit edildi. Tabiî ki bu durumda savcılarda, poliste jandarmada yardımcı oldular.
Şüphelenilen şahısların evine baskın düzenlendi. Savcının arama yetkisi ile polis ve jandarma köye gitmiş. Evi polis ve jandarmalar basmış. Fakat evde bir şey yok. Komiser veya subay odanın ortasında düşüne, düşüne dolaşırken Adam
—Komiser bey evimi aradınız. Beni de yok yere zan altında koydunuz artık evimi terk edin demiş.
Komiser evet demiş bu evde çalıntı mallar var ama biz bulamadık. Derken bastığı yer oynamış. Komiser hemen arkadaşlar şuranın habasını kaldırın. Bakın altında ne var.
Habayı kaldırırlar. Altındaki tahtalar seyyar imiş. Onları da kaldırmışlar. Evin ortasına bütün malları doldurmuşlar. O adam ve kadın kim idi ne oldu bilmiyorum ama bizim mallar olduğu gibi sırasıynan bulundu. Herkes kayıp malını aldı. Valla Ali Ustamızdan çok bizler sevindik.
Bi giriştik çalışmaya bayrama herkesin takım elbisesini hazır ettik. Ramazanda hem oruç tuttuk hem vardiyalı çalıştık. Dükkân hiç kapanmazdı. Geceleri çalışırken Yusuf (Yürü)amcayı (İsmail Esenkalın Babası) çağırır gelirdik. O öyle güzel hikâye bilir anlatır ki Yatsın teraviden sonra bulur getirir. Sahura kadar tatlı, tatlı anlatırdı. Kardeşim o kadar uzun masalı hikâyeyi nasıl aklında tutuyorsun. Nasıl nereden öğrendin. Bi güzel anlatırdı. Bizler dalar gider onun azgına baka kalırdık. Ustam çocuklar hem çalışın hem dinlen oğlum diye ikide bir ikaz eder dururdu.
Ramazanda leblebici esnafımız gündüz çalışmaz idi. Leblebi kokar millet oruç rahatsız olmasın / ayıp olmasın diye onlarda gece çalışırlardı. Bizlerde bi fırt gider sıcak, sıcak leblebi alır gelirdik. Şekerli leblebi varsa getirirdik. Bazı leblebiciler yarma leblebi yapıverirlerdi. O daha bi lezzetli olurdu. Zaman, zaman leblebi parasını zorla verirdik. Çok zaman çıraklarda onların işini, konu komşunun işini görürdük. Komşunun işini görürken gücürgenmezdik. Ustamız oğlum ustanın işini görün ha yavrum derdi. Onlarda bizden leblebi parası almaz hatta ‘’düven öküzünün ağzı bağlanmaz’’ sizinde hakkınız var derlerdi. Orta yere kor hep beraber yerdik. Yusuf Amca hem leblebi atıştırır hem anlatırdı.
Ulu caminin koca çeşmeden tevekkel suyunu toprak desti’ye sık, sık doldurur gelirdik.
Çayı kahveden içerdik. Çaylar tabaksız gelir. Çünkü yetişmezdi.
Garson boş toplar, çayları çıraklar alır gelirdi.
Çençen gevezelenilir, laf dinlerdik.
Sahura kadar dikiş dikerdik.
Ne güzel günlerdi o günler, bir tat bir ahenk vardı, amma para yoktu...
Hey gidi günler..
Elveda olsun be...
Takım elbise diktirenlerin bazıları bayram namazından sonra geldi. Bizlerde kalfa çırak Bayram Namazından sonra dükkâna geldik. Son takım elbiseleri de teslim ettik. Ustamızın elini öptük. Ustam elini cebine attı. Valla Ali bizlere verecek harçlık çıkmadı cebinden. Bizim terzi dükkânının üstünde şekerci Ali amca vardı. Oğlu helvacı Mehmet Seyman'gilin dükkân oraya gitti ödünç para aldı herhalde. Bizlere harçlık parayı ödünç aldı dağıttı. Ben zaten o gün meslekten soğudum. Zaten bir insanın bir şeyi öğrenmesi için evvela o şeyi sevmesi lazım. O gün sıtkım sıyrıldı meslekten. Diktiğimiz kırkın üstünde takım elbisenin hepsimi veresi olur be kardeşim..... Hiç sevmeyon bu veresi işini Gelen bayram. Hiç iyi âdetimiz değil şu veresiyecilik. Neyse diyelim.......

Birinci Şahıs(aynı adam) o günlerde yine dükkâna geldi
—Murat gözün aydın, Ben sana demedim mi Nasip ise gelir Hint’ten Yemenden Nasip değilse ne gelir elden demedim mi? Vakit daraldı bizim elbiseliği sonra dikebilirsin acelesi yok dedi. Oturdu muhabbet ettiler.

Daha sonra ikinci şahıs(aynı adam) geldi.
—Murat gözün aydın. Hadi koca bi yükten kurtuldun. Benim takımı yetiştirirsin değil mi? Dedi Ustam
-Abi sen kumaşı İstanbul’dan aldım, falan dedin. Ama senin kumaş Sümerbank imiş dedi.
İkinci şahıs hiç sıkılmadı daralmadı, tamam ben sana olayın üzerine düşsün vatandaşın kumaşını bulsun diye dürtüşlemiştim/mutlaka bulsun diye dedim. Dedi. Ustam sukut etti. Susmanın da erdem sayıldığı yerler varmış. O an anladım. O an o adam gözümde o kadar küçüldü ki sorma gayim. Çok kızdık ona. Neyse İkinci şahısta gitti.

Ustam Defi bela, Kendi içinde huzur bulamayanlar başkasını da mutlu görmek istemez. Bizi cendereye soktu netame diye mırıldandı ustam, çocuklar görüyorsunuz beş parmağın beşi de bir değil. Dedi. Ve devam etti.
Koca adamlar: Söz ve tavırları ile büyür, söz ve tavırları ile küçülürler.
Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı, dost bil zor anında elinden tutanı. Müşteri münakaşa edilecek kişi değildir. Müşteri varsa biz varız. Müşteri, bir kere hizmet verip sonra terk edilecek kişi de değildir. İlişkimiz, olumlu ve sürekli olmalıdır. Müşteri ile dostane ilişki içinde olmalıyız. Bak iki’si de arkadaş ikisi de bildik tanıdık, bizim insanımız, demi deyince kalfanın birisi biraz söylendi.
Bok adam dedi. Çıraklar olarak güldük.
Ustam
—Oğlum hayat gördüğün gibi değil. Esnaflıkta geniş karınlı olacaksın. Müşteri velinimetimizdir. Müşteri her zaman haklıdır. Eğer bir müşterinin işini yapmak istemez isen onun da bir yolunu bulacaksın. Mesela fiyatı yukarda tutarsın. Peşin ücret alırız veya yarısı peşin dersin. Teslim tarihini uzun söylersin. Tatlı, tatlı konuşursun. Bizim işimiz temiz olur dersin. Hem koyuvermezsin hem tutmazsın.
Böyle adamlara ben senin işini yapmam demek esnaflığa sığmaz.
Onun yaptığı da insanlığa sığmaz.
Bakın falan ne dedi bu ne dedi. Siz mukayese edin.
Hangisinin yaptığını beğeniyorsanız, onunkini hayatınızda uygulayın.
İnan Allaha bu vakada ustam Çanağın MURAT hem esnaflık, hem insanlık eğitimi verdi. Bu olayda çok tecrübe edindik. Gidenlere Allahtan rahmet, hepisi de Nur içinde yatsınlar..
Eski başka, eskimiş başkadır.
Nice eskiler vardır ki, hiç eskimez.
İnsanlık gibi...
(aozeski@hotmail.com)
HASAN AKSU
Köpekboku Hasan
1887 doğumlu-28.08.1964 ölümü

Elleme

Hasan amca yemen savaşında esir düşer. 10 sene Yemen ve Arabistan çöllerinde İngilizlere esir olduğundan esir kampında yaşar.
Bu arada çok macerası vardır. Bunlardan bazılarını alalım dedik.

Osmanlı ordusundan esirlere İngilizler soyunma emri verir. Herkes anadan üryan soyunun derler. Esirler mecburen savaş kanunu, Acımanın veya merhametin olmadığı savaş ortamıdır. Bütün esirler soyunurlar. Hasan amcanın yanında bir adet altın vardır. Lazım olur diye düşünür elinde ki tek altını İngilizlere veren mi vermeyen mi diye düşünürken altını vermek istemez. Ağzına koyar aklına yatmaz. Geri alır. Koltuk altına kor ellerini kaldır derler kendiliğinden düşer der. Yoklama sırası onların bulunduğu sıraya yaklaşır. Hasan Amca elinde bulunan bir altını hemen dübürüne sokar. Yanındaki arkadaşı
--Len Hasan neddin diyerek bakar.
Hasan Amca sukut eder.
Sukut ikrardandır, ne gördüysen öyle anlamına bakar. Gözleriyle cevap verir.
Arkadaşı sesli olarak madem şunu da oraya koyuver der.
Hasan Amca, çok kızar
--Len burasını emanet sandığımı sandın, sende kendi dübürüne koysana der.
Hayat bu, para, belki lazım olur. Meret para açılmayan kapıyı açar. Ölmedik daha, hayat devam ediyor diye de mırıldanır.
*-*-*-*-**--*--**--**-**-**-**-**-*-*--*-*-
Hasan amcayı esir kampında uzunca zaman çalıştırırlar. Artık oralı olmuştur. Etrafı öğrenirler. İhtiyaçlarını da orada kendileri görürler. Bir Arap şahısla tanışırlar. Ondan her gün yoğurt alırlar. Arap kişi sık, sık yoğurt getirirken bir hafta on gün gelmez. Gözükmezde. Aradan geçen süre içinde Hasan Amca ve arkadaşları yoğurdu/yoğurtçuyu unutunca birisi Arap vatandaşı görürverir. Sorar bizim yoğurttu neden getirmiyorsun parasını zaten hemen veriyorduk der. Arap vatandaş şöyle bir bakar.
‘’Hımar öldü’’ der.
*-*-*-*--**-*-*-**-**-**-*-**-*-
Hasan amca esaret günlerinden sonra Mesleği olan berberliği yapar. Kusura köyüne de traş yapmaya gider. Orada bir vatandaş dükkâna gelir sıcak kapalı alan olunca devamlı uyurmuş. Elin iş yerinde fazla kalınmaz hele hiç uyunmaz şuna bir ders veren der. Bu duruma kızan Hasan Amca bir gün bu adamın şalvarının önüne kırmızı boyayı birkaç damla döküverir. Adam olayın farkına varmaz. Eve varınca adam yatacağı zaman bakar boya hanımı ile baya bir aile faciası olacaktır. Olay Hasan amcaya intikal eder. Hasan amca izah eder ama kolayda olmamıştır. Hasan amca köyü gece terk eder.
Hasan amca ağır şakaları ile de hatıralardadır.

*--*-*-*-*-*-*-*-*--*--**-*-*-*-*-*-**--*
Hasan amcaya Kızılören de iken bir çoban traş olmaya gelir. Çobanı ağası göndermiş berber köye gelmiş git traş ol gel demiştir. Çoban Hasan’a traş olamam deyince Hasan amca
-‘’Senin sakalın oldukca sert şu sabunu ağzında tut ta sakalın biraz yumuşasın hem de güzel traş edelim der.
Adamın ağzına sabun kalıbını sokar kaybolur.
Çobanın ağası bekler, bekler bakar ki çoban gelmiyor. Kaç bi bakan bu adam ne ediyor der.
Berber’e geldiğinde sandalyede oturan çobanına sorar
—Sen ne ediyon len burada der. Çoban
—Berber senin sakalın sert şu sabunu ağzında biraz tut ta sakalın yumuşasın sonra traş edelim dedi. Gelir şimdi der.
Ağa kızar.
—Çıkar lan şu sabunu ağzından, salak der kızar.
--Başlarım senin traşına hadi sürünün yanına beni de orada ağaç ettin. Diye kızar.
*-*-*-*-**--**-*--*-**-**--**--*-***-*

Eskiden her evde çapıt haba, fıta, çarşaf ve dolak dokunurdu. Bunun için boyama vesaire işleri için evde kezzap lazım olurdu. Hasan amcanın evinde de tezgahlar vardı. Evine bir gün bir şişe kezzap almış giderkene, börek Yusuf’un evin önünde oturan kadınlardan biri söylenir. Hasan evine ne götürüyon.
Hasan Amca bakar bir kadın. Kezzap falan deyip izahattan kaçınır bir de muziplik eder.
---Mis, mis der. Kadın aççık bize de sürüver bakalım misden deyince.
Aç cebini kadın der. Kadın gerçekten fistanın cebini ona doğru açar.
Hasan amca mis diye kezzabı kadının fistanın eteğine cebine bir miktar döker. Durmadan yürür gider. Kezzabı döktüğü gibi de kadının fistan aşağı doğru yanıverir. Hasan Amca bu kabına sığmayan çok hareketli çok ta şakacı birisidir.
-*-*-*--*-*-*-**-*-**-**-

Traş ettiği çocukların işi bittimi ensesine vurar. Tamam len köpekboku . Hadi kalk gayi deyerek traşın bittiğini belirtirdi. Bunu sık, sık kullandığından çocuklar Berber Hasan amcanın adını köpek boku deyen amca diye tarif ederlerdi. Köpek boku amca geliyor gidiyor derken zamanla Hasan amcanın Kantarlar olan lakabı Çocukları severken kullandığı bu deyiş çakma lakap olarak kalır. Kardeşi Mustafa Aksu’nun lakabı ise ‘’Hoşgörük’’tür.

Hasan amca istemediği veya sevmediği birisi konuşulurken veya geçerken [ELLEME KÖPEKBOKUNA] diye hem konuşmayı keser hem de tepkisini belirtirmiş.
Ama kime ne dedi belli olmaz, kimsede alınmazmış.
Hasan Aksu seyyar berberlik yapmıştır. Uzun süre Kızılören’de ikamet ederler ama sonra Sandıklı’ya dönerler. Hasan Aksunun iki oğlu bir kızı olmuştur. Sandıklıda hatırası olan şahsiyetlerdendir. Kabri nur olsun. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş. 18 Ekim 2009
Kaynak: Ali Aksu. Faruk Aksu
(aozeski@hotmail.com)
KALIPCILARIN HACI OSMAN IŞIK
Hacı Osman amca her gün iş yerine sabah namazından sonra gelir dükkânını açar, Erken kalkanın nasibi gür olur derdi. Sabah kahvaltısını arkadaşları ile beraber hep birlikte dükkân da yaparlardı. Kahvaltıda tereyağı, kaşarpeyniri, zeytin, süt, pide, bal, reçel, vs. her şey bulunurdu. Sabah kahvaltısına çok zaman Kaymakam, hâkim, hekimler gibi mülki amirlerden de katılan olurdu. Çok titiz bir doktor da bunlara katılır. Kahvaltıyı yapan
doktor elini yıkar, etrafa bakar peşkir sorar. Kahvaltıya katılanlar / dükkânda bulunanlar bak çeşmenin üstünde deyince doktor buna mı sileyim diye sorar. Peşkir baya çok kirlenmiştir. Doktor biraz duraksar. Orada bulunanlardan birisi doktor bey hiç terettüp etme sil. Buranın
Racon’u bu hasta falan olmazsın derler. Doktor istemeye, istemeye elini siler. Orada bulunan müdavimlerden Rahmetli Hacı Hakkı Seyman Doktor Bey benim iki anam var. Birisi doğuran anam. İkincisi doyuran anam. Doyuran anam Hacı Osman'dır. der
***
O tarihlerde özel kaplara yoğurt çalanlar veya kaymak, süt, peynirlerini satacak olanlar satacakları ürünlerini kasaplar içindeki dükkânların önünde sergilerlerdi.
O gün ürününü satamayanlar veya mallarını direk olarak kalıpçıların bakkal dükkânına getirirlerdi. Satıversinler diye. Birçok memur alışverişini de kalıpçılardan yapardı.
Bir gün devamlı müşterisi olan bir bayan gelir. Hacı bey yoğurt alacaktım. Der Hacı Osman amca ;
“-Bak kızım vitrinde deyince bayan sorar. Temiz değil mi?
Tabii der ve yoğurttu verir. Bayan peynir de alacaktır onu da sorar.
Hacı Amca yağlı peynir olsun deyince Hacı Osman amca
“-Kızım yağı yanında” der.
Bayan anlamaz ve yoğurt ile peyniri alır gider. Fakat peynir iki gün sonra sert-
leşir ve yağsız olduğu belli olur.
Bayan müşteri ikinci gelişinde Hacı Bey peynir
yağsızmış. Ben yağlı olsun demiştim. Bana yağsız peyniri niye verirsin.
Deyince;
“-Kızım ben sana yağı dibinde demedim mi?
Bayan sorar nasıl yani. Bak süt, peynir, yoğurt, yağ, kaymak hepsi sütten hepsi yan yana hepsi
Ayrı, ayrı. Ben yağsız kastetmiştim.
Sen farkına varamadın herhalde der:
Hacı Bey onu ne yapayım. Getir değiştirelim der ve değiştirilir.
***
Hacı Osman'a babası Ali Amca evden ayrı çıkmasını söyler. Olay 3/5 ay devam eder. Babası ayrı çıkmasını ister oğlu Hacı Osman da diretir. Çıkmam diye. Bir gün her ikisi de beraberken Hacı Osman babasına
-Baba, baba ben bu evin has çocuğuyum. Sen ayrı çık ta ben bu evde kasıla kasıla bi uzanan der.
Hacı Osman IŞIK 1966 yılında Rahmetli Yavrucu Hasan Amca, Rahmetli Mollaların Hacı Hakkı, Hacı Cavit, Rahmetli Şekerci Yunus, Yaşar Saylık, Rahmetli Ellezlerin Kamil Ve diğerleri ile belediye encümenliği yaparlar. Ve bu görevleri sırasında Belediye Başkanının
maaşını düşürürler. O zaman bütün ısrarlara rağmen alınan kararı uygulattırırlar.
Kalıpçıların Hacı Osman amca beyaz sakallı sevimli şişman uzun çarşının ve ilçemizin sevilen simalarından birisiydi. Uzun süre üç kardeş küçük dükkânı birlikte çalıştırmayı sürdürebilme başarısını gösterebilmişlerdir. İşyerini erken açma geleneğini oğlu hala devam ettirmektedir.
Osman IŞIK zamanında uzun çarşının elemanlarındandı. Nur içinde yatsın.