24 Mayıs 2010 Pazartesi

Kör katip mehmet atasoy


Ağrılarım arttı derdim dinmiyor
Mideme en leziz yemekler artık inmiyor.
Felek vurdu darbesini hayat geri dönmüyor
Dostlarım helal ediniz hakkınızı
Evlatlarım sizde helal edin hakkınızı

Ayaklarımdan kan ve derman çekildi.
Bükülmeyen belim büküldü
Evlatlar,ayalim dostlarım baş ucuma dikildi.
Ahbaplarım, dostlarım helal edin hakkınızı

Beden güçüm dünyaya daldı da daldı
Ruh varlığım bu yüzden sınıfta hepten kaldı
Nefis denen nesne beni taştan taşa çaldı
Evlatlarım helal edin hakkınızı
Komşularım sizde helal edin hakkınızı

Evlatlarım sizde sakın yalan dünyaya aldanmayın
İman, ibadet, ve Ahret'i ihmal edip sınıfta kalmayın
Hakkınız olmayan bir nesneyi sakın ha almayın
Bu nasihatimden zinhar, zinhar sapıp ayrılmayın

Bende her kimin hakkı varsa hepten helal ediyorum
Rabbime inanç, ibadet şükür içinde dünyadan gidiyorum.
İhvana, evlada ayale dosta beni görüp görmeyene hep selam ediyorum.
Elveda dostlar dünya kalanın ve sevenin olsun.
( Mehmet Atasoy. 26/06/1999 Isparta Devlet Hastanesinde Evlat ve dostlarıma veda şiiridir.)

Müftülük ulu caminin yanındadır. Kış mevsimi havaların kuru soğuk olduğu bir cuma günü müftü vaazı uzatırda uzatır. Kör Katip Mehmet Hoca vaize el kol işareti yapsa da vaiz anlamaz, kürsüde vaaza devam eder. Mehmet Hoca bakar ki vaiz durumu anlamıyor. Caminin fazla kilimini üzerine örter. Vaiz bakar hayret, dayanamaz kürsüden ne oluyor der.
Mehmet Hoca
-Efendim vaazı uzattınız soğuktan uşudük kilime sarıldık. vaazı sonlandırsanız da cumayı eda etsek artık der. Vaiz saate bakar baya bir zaman aldığını farkına varır. Vaiz bu durumda vaazını bitirir.
* * * * * * * * * * *
Sandıklıya kaplıcanın sıcak suyu gelmiştir. Belediye meydanın bulunan havuza sıcak su akmaktadır. Kaplıcanın sıcak suyu artık Sandıklıya gelmiştir. Sandıklı için koca bir rüya gerçekleşmiştir. Açılış töreni için her şey hazırdır. Kaplıcadan gelen suyu kesmişlerdir. Kurdeleler kesilecek su akacaktır. Ama bir aksilik olur su akmaz bu durumu duyan kör katip çizgili pijamaları ile çıkar sokağa eline iki güğüm alır. Gelir belediyeye. Herkes bir telaş bir telaş koşuşturmaktadır. Belediye görevlisine kör katip sorar.
--oğlum burada sıcak su akıyormuş. Yengen geçek yıkıyor da iki güğüm sıcak su getir dedi. Nereden dolduracam. Yengen sıcak su getir dedi de. Der.
Yetkili
--be hocam Etme Allah aşkına der.
Yengen geçek yıkıyor da deyince
Yetkili belediye personeli hocam burnumuzdan soluyoruz der.
Mehmet Atasoy kör katip elinde iki güğümle geri döner. Eeee muhalefet işte olacak o kadar. Mehmet ATASOY 1984 Belediye seçimlerinde Belediye Başkanlığına Refah Partisinden aday olmuştu.
23 Temmuz 1999 Cuma günü Akşam ezanına 10 dakika kala vefat etti. Hatırası var. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş.
ALADINLILARIN YUNUS

Bir bahar günü 4/5 arkadaş kırlarda gezmeye çıktık. Gezerken Aladınlıların Yunus cebinden bir tek ciğara çıkardı. Yanındaki arkadaşı da onun sigarasına şöyle bir baktı. Sanki bana da bi sigara ver dercesine
Bunu gören Yunus Arkadaşına cebinden yak dedi.
Arkadaşı cebimden yakacam da rüzgâr ortak oluyor. Sen ver de yakam dedi.

*/*/**/**/*

Aladınlıların Yunus amca İstanbul’a yerleşir. Memleket özlemi işte ara sıra memleketine gelir. Yine bir gün Sandıklı’ya geldiğinde çarşıda dolaşırken Hüseyin isminde eski samimi bir arkadaşı ile karşılaşır.
Arkadaşı Yunus’a
—Len Yunus bek küçülmüşsün diyor.
(Aladınlıların Yunus kısa boylu olduğundan Aladınlıların Gede Yunus ta derlerdi.)
Yunus altta kalır mı?
--Len Hüseyin sen Aktakkanın hanın kapıdan girerken kafanı mı eğiyon?
(Aladınlıların Yunus’un arkadaşı Hüseyin de onun gibi kısa boyludur.)

22.7.2009 F.AKSU
On kasım sabahı

Babam Kunduracı Sadık Ahmet
1903-1988
Annem Musahocaların Emine
1908-1998
Zaman 10 Kasım günü 1938
Yer evimiz.
Hemen her gün babam sabah namazına gider namazdan sonra kahvede arkadaşları ile birer çay içip, Güneş doğacağına yakın eve gelir çorbamızı içer idik.

Gene bir sabah babam eve baya gecikerek geldi. Anam toprak güveçte ki çorbayı yer sofrasına koyarak niye çok geç geldin bey buyur otur sofraya dedi.

—Babam yemeyeceğim. Canım istemiyor. Çok üzgünüm. Kahvede de bu gün hiç kimse çay içmedi herkes ağladı.......... Dedi.
Anam ne olmuş herif çabuk söyle, meraklandırma insanı
Babam GAZİ ölmüş dedi.
Anam va. Ben bilemedim, bu ölen kimlerdenmiş, yakınlardan mı? acaba diye sorunca..,
Babam kızdı....... ya Emine senin dünyadan haberin yok, tüüü... yüzüne diyerek ocağın kenarından maşayı alıp anama vurmaya üzerine yürüyünce Anam
Mustafa... Mustafa beni kurtar aman oğlum baban dellendi diye yanıma kaçtı. Bende o zamanda 7 yaşımda falan idim. Bende yapma baba, anam cahil yazık bilemedi diye anamı maşadan kurtardım.

Anam, Babamın Gazi demesi ile bilemedi Sandıklıdan biri ölmüş zannetti. Sonra anladı. Sözcükler kuşa benzer ağızdan çıktımı tutamazsınız. Oda çok üzüldü. .... Eyvah... Mustafa gene mi yunan gavuru gelir. Halimiz ne olacak gayrı dedi.

Babam Atatürk’e hep GAZİ derdi. Anama Atatürk ölmüş dese belki bilirdi... Anam ‘’Yaa demek Atatürk ölmüş eee.... diye diye ağladı.

Bende Atatürk’ün cenazesi Sandıklı hükümet binasında zannettiğimden hükümet meydanına geldim. Çocukluk işte. O zaman hükümet şimdiki Ziraat bankasının olduğu yerde idi. O bina çok görkemli çok güzel idi. Hükümetin karşısında koca koca kavak ağaçlarının altında konağa giren çıkanlara baktım. Haberi duyan belediye meydanına o zaman ki hükümet konağının önüne geliyordu. Baya koca bir kalabalık birikti. Bayrağın yarıya indirilmesini seyretti herkes.
Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş.
Yazılı kaynak: Mustafa PEKBEY
(aozeski@hotmail.com)

ÇANAK'IN MURAT

Ramazan da, Terzi Esnafı
Çanağın Terzi Murat
d.t./01.02.1926-21.09.1976/ö.t.

Tapudan emekli Hacı Mustafa Aysoy anlattı.
Babam beni okulun sömestri tatillerinde Çanağın Terzi Murat’a çıraklığa verirdi. Baya iki üç sene tatillerde terzi çıraklığına gittim. Benden sonrada çıraklar gelince benimle çıraklığa gelenler kıdemleşmiş oldular. Benimle üç kişi daha çıraklığa gelmişti. O zamanlar okul tatillerinde bütün çocuklar mutlaka bir mesleğe çıraklığa giderlerdi. Babam gönderdi beni, Terzi Murat’a çıraklığa gideceksin dedi. Yıl 1955/1958 ler de. Birde ustalar arkadaşlarının veya tanıdıklarının çocuklarını tatillerde çocuğu dükkâna gönder çıraklığa gelsin diye isterlerdi. Bazıları baba çocuğu gönderecek ama diyemezdi. Bunu hisseden ustalar veya arkadaşları devreye girer. Çocuğu çıraklığa isterlerdi.

Terzi çıraklığında iki senelik mi? Üç senelik mi? Ne olmuştuk. O zamanlar bütün büyükler Ramazan bayramında takım elbise diktirir. Ustalar kalfalarına çıraklarına veya babalar oğullarına da takım elbise diktirirdi. Ustam Çanağın Murat’ın kesim masasının üstünde kırkın üstünde dikilecek takım elbiselik kumaş birikmişti. Ustam kumaşların üzerine isimlerini yazıp kirişin yanına yaslayarak üst üste koymuştu. Tek pantolonlar hariç.
Bir gün Usta ben namaza gidiyorum dedi ve ikindi namazına gitti. Ardından kalfalarda gitti. Sonra ben ve benim devre çıraklar yeni gelen çırağa
--Len biz namaza gidiyoruz. Dükkânı iyi bekle. Gözünü dört aç lan.
Dedik ve Havai Camisine gittik.
Camiden çıkınca geldik dükkândayız. Ustam ve kalfalar çalışıyoruz. Bizlerde getir götür. Paça falan dikiyoruz. Yani işin kolay tarafından başladık bişiler yapmaya.
Çanağın Murat ustam kesim yapıyordu. Bir elbisenin kesimi bitti. Kalfaya verdi. Elini kirişin yanına uzattı ki kumaşlar yok. 5/8 kumaş var. Gayet sakin çocuklar buradaki kumaşları bi yeremi koydunuz. Kalfalar hayır usta hepsi orada. Dediler. Sonra kıdem sırası ile sordu hepimiz bir yere koymadık usta desekte. Bizde kumaşların eksik olduğunu gördük.
Ustam sordu Benden sonra burada kim kaldı. En son yeni çırak kaldı. Ona sordu. Oğlum kumaşları kurcalayan oldu mu? Biz yok iken dükkâna gelen giden oldu mu yavrum. Diye sordu.
Yeni çırak tir, tir titreyerek hayır usta. Dedi Sonra usta bilmediğim iki kişi geldi. Adam bana bişiler sordu. Karısı vardı şalvarlı birde kocaman bir çanta vardı dedi.
Adamla ben elbiselere baktık. Dikimi güzel falan diye konuştu. Kadın ne yaptı oğlum dedi. Kadına sırtım dönüktü usta deyince. Tanıyor musun oğlum? dedi ustam. Çırak
—Hayır, usta deyince Rahmetli ustam Nur içinde yatsın. Çömez çırağa bir şey demedi. Hatta bizlere de bir şey demedi. Niye dükkânı terk ettiniz gibi.
Çocuklar bu adam ile bayan bizi soymuş dedi. Dışarı çıktı etrafa baktı. Yapacak bir şey yok diyerek bir sandalyeye oturdu. Çaresiz kaldı.

Sonra ölçülerini yazdığı defterden takım elbiselik verenlere tek, tek mevzuyu anlattı. Arkadaş elbiseliği nereden aldın. Kusura bakma biz sahip çıkamadık. Bir sakametlik çıktı. Yenisini alacağız. Durum şu vaziyette diye anlattı. Kiminin dükkânına gitti. Kimini dükkânın önünden geçerkene çağırdı anlattı.
Sana bu durumdan iki insanlık halini anlatacağım. İsimleri yazma. Zülfüyare dokunmasın. Tamam mı?

Elbiseliklerin çalındığını duyan birinci şahıs Dükkâna geldi
—Murat geçmiş olsun. Olur, böyle şeyler arkadaş. Kendini üzme. Diyerek moral verdi.
Ustam Rahmetli Murat’a
—Ağabey elbiseliği nereden aldınsa Allah Aşkına söyle tekrar alacağız yerine tamam mı? Deyince birinci şahıs lafı orada kesti.
—Murat bak ben buraya elbiseliğimi sormaya gelmedim. Olur, böyle şeyler Valla bir santim bile kumaş aldırmam. O bizden çıkmış ise hayır etmez. Bak ne güzel eziyet etmeden ayrıldı. Eğer nasip ise bir yerlerden çıkar gelir.
Nasip ise gelir Hint’ten Yemenden
Nasip değilse ne gelir elden.
Bak valla üzüldüm. Böyle dediğine. Diyerek muhabbet uzadı. Hasılıvelkelam
Sonra İkinci şahıs geldi.
Ona, ustam Çanağın Murat durumu anlatmış.
İkinci şahıs Murat ben kumaşı İstanbul’dan Yahudi tüccardan almıştım. Benim kumaş laskotin İngiliz kumaşıdır. Tüccarda tam bir takımlık kumaş kalmıştı. Onu da bana verdi. Sen benim kumaşı nasıl bulacaksın. Nereden alacaksın.
Ben kumaşımın aynısını isterim Murat dedi.
Ustam Rahmetli Çanağın Murat
—Ağabey elde olmayan sebeplerden dolayı olay vaki oldu. Zaten ‘’Ustası namaza gitmiş çırak’’ arayan birileri yapmış bunu. Olacakmış oldu naçarız.
Senin elbiseliği de İstanbul’dan temin edeceğiz inşallah.
Eh işte ne edesen et. Ben kendi kumaşımı isterim Murat. Dedi gitti.
Kalfalar çıraklar biz hepten mahcup olduk. Valla Allah seni inandırsın ustamız kalfalara çıraklara ve o yeni çırağa bir tek laf etmedi. Bize de moral verdi. Ustam çok görgülü, titiz idi. İş olsun olmasın dükkân terk edilmez. Şimdi dükkân sahibi çıkıyor karşıda dükkânı bekliyor olmaz. Müşteri kepengin altındadır. Ali şu geldi geçti Çanağın Murat’ın yanına çıraklığa gelenler ne işe girmişlerse o işlerinde muvaffak olmuşlardır. Ustamızdan aldığımız disiplini hala muhafaza ederim. Memuriyet hayatımda da ustamdan gördüğüm iş disiplinine uyardım.
Derken Ali o hırsızlar o günlerde Sandıklı’da duman attırmışlar. Hatta Grandıras ta köyün biraz dışında ev tutmuşlar. Orayı ardiye olarak kullanmışlar. Bütün çalıntı malları orada toplamışlar. Malı çalınan esnaf bir yabancı gördü mü bu kim diye sorardı. Çok kişinin canı yanmıştı. Derken kısa zamanda bir kadın bir erkek gezen birinden şüphelenildi. Takip, takip Grandıras ta ikamet ettikleri tespit edildi. Tabiî ki bu durumda savcılarda, poliste jandarmada yardımcı oldular.
Şüphelenilen şahısların evine baskın düzenlendi. Savcının arama yetkisi ile polis ve jandarma köye gitmiş. Evi polis ve jandarmalar basmış. Fakat evde bir şey yok. Komiser veya subay odanın ortasında düşüne, düşüne dolaşırken Adam
—Komiser bey evimi aradınız. Beni de yok yere zan altında koydunuz artık evimi terk edin demiş.
Komiser evet demiş bu evde çalıntı mallar var ama biz bulamadık. Derken bastığı yer oynamış. Komiser hemen arkadaşlar şuranın habasını kaldırın. Bakın altında ne var.
Habayı kaldırırlar. Altındaki tahtalar seyyar imiş. Onları da kaldırmışlar. Evin ortasına bütün malları doldurmuşlar. O adam ve kadın kim idi ne oldu bilmiyorum ama bizim mallar olduğu gibi sırasıynan bulundu. Herkes kayıp malını aldı. Valla Ali Ustamızdan çok bizler sevindik.
Bi giriştik çalışmaya bayrama herkesin takım elbisesini hazır ettik. Ramazanda hem oruç tuttuk hem vardiyalı çalıştık. Dükkân hiç kapanmazdı. Geceleri çalışırken Yusuf (Yürü)amcayı (İsmail Esenkalın Babası) çağırır gelirdik. O öyle güzel hikâye bilir anlatır ki Yatsın teraviden sonra bulur getirir. Sahura kadar tatlı, tatlı anlatırdı. Kardeşim o kadar uzun masalı hikâyeyi nasıl aklında tutuyorsun. Nasıl nereden öğrendin. Bi güzel anlatırdı. Bizler dalar gider onun azgına baka kalırdık. Ustam çocuklar hem çalışın hem dinlen oğlum diye ikide bir ikaz eder dururdu.
Ramazanda leblebici esnafımız gündüz çalışmaz idi. Leblebi kokar millet oruç rahatsız olmasın / ayıp olmasın diye onlarda gece çalışırlardı. Bizlerde bi fırt gider sıcak, sıcak leblebi alır gelirdik. Şekerli leblebi varsa getirirdik. Bazı leblebiciler yarma leblebi yapıverirlerdi. O daha bi lezzetli olurdu. Zaman, zaman leblebi parasını zorla verirdik. Çok zaman çıraklarda onların işini, konu komşunun işini görürdük. Komşunun işini görürken gücürgenmezdik. Ustamız oğlum ustanın işini görün ha yavrum derdi. Onlarda bizden leblebi parası almaz hatta ‘’düven öküzünün ağzı bağlanmaz’’ sizinde hakkınız var derlerdi. Orta yere kor hep beraber yerdik. Yusuf Amca hem leblebi atıştırır hem anlatırdı.
Ulu caminin koca çeşmeden tevekkel suyunu toprak desti’ye sık, sık doldurur gelirdik.
Çayı kahveden içerdik. Çaylar tabaksız gelir. Çünkü yetişmezdi.
Garson boş toplar, çayları çıraklar alır gelirdi.
Çençen gevezelenilir, laf dinlerdik.
Sahura kadar dikiş dikerdik.
Ne güzel günlerdi o günler, bir tat bir ahenk vardı, amma para yoktu...
Hey gidi günler..
Elveda olsun be...
Takım elbise diktirenlerin bazıları bayram namazından sonra geldi. Bizlerde kalfa çırak Bayram Namazından sonra dükkâna geldik. Son takım elbiseleri de teslim ettik. Ustamızın elini öptük. Ustam elini cebine attı. Valla Ali bizlere verecek harçlık çıkmadı cebinden. Bizim terzi dükkânının üstünde şekerci Ali amca vardı. Oğlu helvacı Mehmet Seyman'gilin dükkân oraya gitti ödünç para aldı herhalde. Bizlere harçlık parayı ödünç aldı dağıttı. Ben zaten o gün meslekten soğudum. Zaten bir insanın bir şeyi öğrenmesi için evvela o şeyi sevmesi lazım. O gün sıtkım sıyrıldı meslekten. Diktiğimiz kırkın üstünde takım elbisenin hepsimi veresi olur be kardeşim..... Hiç sevmeyon bu veresi işini Gelen bayram. Hiç iyi âdetimiz değil şu veresiyecilik. Neyse diyelim.......

Birinci Şahıs(aynı adam) o günlerde yine dükkâna geldi
—Murat gözün aydın, Ben sana demedim mi Nasip ise gelir Hint’ten Yemenden Nasip değilse ne gelir elden demedim mi? Vakit daraldı bizim elbiseliği sonra dikebilirsin acelesi yok dedi. Oturdu muhabbet ettiler.

Daha sonra ikinci şahıs(aynı adam) geldi.
—Murat gözün aydın. Hadi koca bi yükten kurtuldun. Benim takımı yetiştirirsin değil mi? Dedi Ustam
-Abi sen kumaşı İstanbul’dan aldım, falan dedin. Ama senin kumaş Sümerbank imiş dedi.
İkinci şahıs hiç sıkılmadı daralmadı, tamam ben sana olayın üzerine düşsün vatandaşın kumaşını bulsun diye dürtüşlemiştim/mutlaka bulsun diye dedim. Dedi. Ustam sukut etti. Susmanın da erdem sayıldığı yerler varmış. O an anladım. O an o adam gözümde o kadar küçüldü ki sorma gayim. Çok kızdık ona. Neyse İkinci şahısta gitti.

Ustam Defi bela, Kendi içinde huzur bulamayanlar başkasını da mutlu görmek istemez. Bizi cendereye soktu netame diye mırıldandı ustam, çocuklar görüyorsunuz beş parmağın beşi de bir değil. Dedi. Ve devam etti.
Koca adamlar: Söz ve tavırları ile büyür, söz ve tavırları ile küçülürler.
Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı, dost bil zor anında elinden tutanı. Müşteri münakaşa edilecek kişi değildir. Müşteri varsa biz varız. Müşteri, bir kere hizmet verip sonra terk edilecek kişi de değildir. İlişkimiz, olumlu ve sürekli olmalıdır. Müşteri ile dostane ilişki içinde olmalıyız. Bak iki’si de arkadaş ikisi de bildik tanıdık, bizim insanımız, demi deyince kalfanın birisi biraz söylendi.
Bok adam dedi. Çıraklar olarak güldük.
Ustam
—Oğlum hayat gördüğün gibi değil. Esnaflıkta geniş karınlı olacaksın. Müşteri velinimetimizdir. Müşteri her zaman haklıdır. Eğer bir müşterinin işini yapmak istemez isen onun da bir yolunu bulacaksın. Mesela fiyatı yukarda tutarsın. Peşin ücret alırız veya yarısı peşin dersin. Teslim tarihini uzun söylersin. Tatlı, tatlı konuşursun. Bizim işimiz temiz olur dersin. Hem koyuvermezsin hem tutmazsın.
Böyle adamlara ben senin işini yapmam demek esnaflığa sığmaz.
Onun yaptığı da insanlığa sığmaz.
Bakın falan ne dedi bu ne dedi. Siz mukayese edin.
Hangisinin yaptığını beğeniyorsanız, onunkini hayatınızda uygulayın.
İnan Allaha bu vakada ustam Çanağın MURAT hem esnaflık, hem insanlık eğitimi verdi. Bu olayda çok tecrübe edindik. Gidenlere Allahtan rahmet, hepisi de Nur içinde yatsınlar..
Eski başka, eskimiş başkadır.
Nice eskiler vardır ki, hiç eskimez.
İnsanlık gibi...
(aozeski@hotmail.com)
HASAN AKSU
Köpekboku Hasan
1887 doğumlu-28.08.1964 ölümü

Elleme

Hasan amca yemen savaşında esir düşer. 10 sene Yemen ve Arabistan çöllerinde İngilizlere esir olduğundan esir kampında yaşar.
Bu arada çok macerası vardır. Bunlardan bazılarını alalım dedik.

Osmanlı ordusundan esirlere İngilizler soyunma emri verir. Herkes anadan üryan soyunun derler. Esirler mecburen savaş kanunu, Acımanın veya merhametin olmadığı savaş ortamıdır. Bütün esirler soyunurlar. Hasan amcanın yanında bir adet altın vardır. Lazım olur diye düşünür elinde ki tek altını İngilizlere veren mi vermeyen mi diye düşünürken altını vermek istemez. Ağzına koyar aklına yatmaz. Geri alır. Koltuk altına kor ellerini kaldır derler kendiliğinden düşer der. Yoklama sırası onların bulunduğu sıraya yaklaşır. Hasan Amca elinde bulunan bir altını hemen dübürüne sokar. Yanındaki arkadaşı
--Len Hasan neddin diyerek bakar.
Hasan Amca sukut eder.
Sukut ikrardandır, ne gördüysen öyle anlamına bakar. Gözleriyle cevap verir.
Arkadaşı sesli olarak madem şunu da oraya koyuver der.
Hasan Amca, çok kızar
--Len burasını emanet sandığımı sandın, sende kendi dübürüne koysana der.
Hayat bu, para, belki lazım olur. Meret para açılmayan kapıyı açar. Ölmedik daha, hayat devam ediyor diye de mırıldanır.
*-*-*-*-**--*--**--**-**-**-**-**-*-*--*-*-
Hasan amcayı esir kampında uzunca zaman çalıştırırlar. Artık oralı olmuştur. Etrafı öğrenirler. İhtiyaçlarını da orada kendileri görürler. Bir Arap şahısla tanışırlar. Ondan her gün yoğurt alırlar. Arap kişi sık, sık yoğurt getirirken bir hafta on gün gelmez. Gözükmezde. Aradan geçen süre içinde Hasan Amca ve arkadaşları yoğurdu/yoğurtçuyu unutunca birisi Arap vatandaşı görürverir. Sorar bizim yoğurttu neden getirmiyorsun parasını zaten hemen veriyorduk der. Arap vatandaş şöyle bir bakar.
‘’Hımar öldü’’ der.
*-*-*-*--**-*-*-**-**-**-*-**-*-
Hasan amca esaret günlerinden sonra Mesleği olan berberliği yapar. Kusura köyüne de traş yapmaya gider. Orada bir vatandaş dükkâna gelir sıcak kapalı alan olunca devamlı uyurmuş. Elin iş yerinde fazla kalınmaz hele hiç uyunmaz şuna bir ders veren der. Bu duruma kızan Hasan Amca bir gün bu adamın şalvarının önüne kırmızı boyayı birkaç damla döküverir. Adam olayın farkına varmaz. Eve varınca adam yatacağı zaman bakar boya hanımı ile baya bir aile faciası olacaktır. Olay Hasan amcaya intikal eder. Hasan amca izah eder ama kolayda olmamıştır. Hasan amca köyü gece terk eder.
Hasan amca ağır şakaları ile de hatıralardadır.

*--*-*-*-*-*-*-*-*--*--**-*-*-*-*-*-**--*
Hasan amcaya Kızılören de iken bir çoban traş olmaya gelir. Çobanı ağası göndermiş berber köye gelmiş git traş ol gel demiştir. Çoban Hasan’a traş olamam deyince Hasan amca
-‘’Senin sakalın oldukca sert şu sabunu ağzında tut ta sakalın biraz yumuşasın hem de güzel traş edelim der.
Adamın ağzına sabun kalıbını sokar kaybolur.
Çobanın ağası bekler, bekler bakar ki çoban gelmiyor. Kaç bi bakan bu adam ne ediyor der.
Berber’e geldiğinde sandalyede oturan çobanına sorar
—Sen ne ediyon len burada der. Çoban
—Berber senin sakalın sert şu sabunu ağzında biraz tut ta sakalın yumuşasın sonra traş edelim dedi. Gelir şimdi der.
Ağa kızar.
—Çıkar lan şu sabunu ağzından, salak der kızar.
--Başlarım senin traşına hadi sürünün yanına beni de orada ağaç ettin. Diye kızar.
*-*-*-*-**--**-*--*-**-**--**--*-***-*

Eskiden her evde çapıt haba, fıta, çarşaf ve dolak dokunurdu. Bunun için boyama vesaire işleri için evde kezzap lazım olurdu. Hasan amcanın evinde de tezgahlar vardı. Evine bir gün bir şişe kezzap almış giderkene, börek Yusuf’un evin önünde oturan kadınlardan biri söylenir. Hasan evine ne götürüyon.
Hasan Amca bakar bir kadın. Kezzap falan deyip izahattan kaçınır bir de muziplik eder.
---Mis, mis der. Kadın aççık bize de sürüver bakalım misden deyince.
Aç cebini kadın der. Kadın gerçekten fistanın cebini ona doğru açar.
Hasan amca mis diye kezzabı kadının fistanın eteğine cebine bir miktar döker. Durmadan yürür gider. Kezzabı döktüğü gibi de kadının fistan aşağı doğru yanıverir. Hasan Amca bu kabına sığmayan çok hareketli çok ta şakacı birisidir.
-*-*-*--*-*-*-**-*-**-**-

Traş ettiği çocukların işi bittimi ensesine vurar. Tamam len köpekboku . Hadi kalk gayi deyerek traşın bittiğini belirtirdi. Bunu sık, sık kullandığından çocuklar Berber Hasan amcanın adını köpek boku deyen amca diye tarif ederlerdi. Köpek boku amca geliyor gidiyor derken zamanla Hasan amcanın Kantarlar olan lakabı Çocukları severken kullandığı bu deyiş çakma lakap olarak kalır. Kardeşi Mustafa Aksu’nun lakabı ise ‘’Hoşgörük’’tür.

Hasan amca istemediği veya sevmediği birisi konuşulurken veya geçerken [ELLEME KÖPEKBOKUNA] diye hem konuşmayı keser hem de tepkisini belirtirmiş.
Ama kime ne dedi belli olmaz, kimsede alınmazmış.
Hasan Aksu seyyar berberlik yapmıştır. Uzun süre Kızılören’de ikamet ederler ama sonra Sandıklı’ya dönerler. Hasan Aksunun iki oğlu bir kızı olmuştur. Sandıklıda hatırası olan şahsiyetlerdendir. Kabri nur olsun. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş. 18 Ekim 2009
Kaynak: Ali Aksu. Faruk Aksu
(aozeski@hotmail.com)
KALIPCILARIN HACI OSMAN IŞIK
Hacı Osman amca her gün iş yerine sabah namazından sonra gelir dükkânını açar, Erken kalkanın nasibi gür olur derdi. Sabah kahvaltısını arkadaşları ile beraber hep birlikte dükkân da yaparlardı. Kahvaltıda tereyağı, kaşarpeyniri, zeytin, süt, pide, bal, reçel, vs. her şey bulunurdu. Sabah kahvaltısına çok zaman Kaymakam, hâkim, hekimler gibi mülki amirlerden de katılan olurdu. Çok titiz bir doktor da bunlara katılır. Kahvaltıyı yapan
doktor elini yıkar, etrafa bakar peşkir sorar. Kahvaltıya katılanlar / dükkânda bulunanlar bak çeşmenin üstünde deyince doktor buna mı sileyim diye sorar. Peşkir baya çok kirlenmiştir. Doktor biraz duraksar. Orada bulunanlardan birisi doktor bey hiç terettüp etme sil. Buranın
Racon’u bu hasta falan olmazsın derler. Doktor istemeye, istemeye elini siler. Orada bulunan müdavimlerden Rahmetli Hacı Hakkı Seyman Doktor Bey benim iki anam var. Birisi doğuran anam. İkincisi doyuran anam. Doyuran anam Hacı Osman'dır. der
***
O tarihlerde özel kaplara yoğurt çalanlar veya kaymak, süt, peynirlerini satacak olanlar satacakları ürünlerini kasaplar içindeki dükkânların önünde sergilerlerdi.
O gün ürününü satamayanlar veya mallarını direk olarak kalıpçıların bakkal dükkânına getirirlerdi. Satıversinler diye. Birçok memur alışverişini de kalıpçılardan yapardı.
Bir gün devamlı müşterisi olan bir bayan gelir. Hacı bey yoğurt alacaktım. Der Hacı Osman amca ;
“-Bak kızım vitrinde deyince bayan sorar. Temiz değil mi?
Tabii der ve yoğurttu verir. Bayan peynir de alacaktır onu da sorar.
Hacı Amca yağlı peynir olsun deyince Hacı Osman amca
“-Kızım yağı yanında” der.
Bayan anlamaz ve yoğurt ile peyniri alır gider. Fakat peynir iki gün sonra sert-
leşir ve yağsız olduğu belli olur.
Bayan müşteri ikinci gelişinde Hacı Bey peynir
yağsızmış. Ben yağlı olsun demiştim. Bana yağsız peyniri niye verirsin.
Deyince;
“-Kızım ben sana yağı dibinde demedim mi?
Bayan sorar nasıl yani. Bak süt, peynir, yoğurt, yağ, kaymak hepsi sütten hepsi yan yana hepsi
Ayrı, ayrı. Ben yağsız kastetmiştim.
Sen farkına varamadın herhalde der:
Hacı Bey onu ne yapayım. Getir değiştirelim der ve değiştirilir.
***
Hacı Osman'a babası Ali Amca evden ayrı çıkmasını söyler. Olay 3/5 ay devam eder. Babası ayrı çıkmasını ister oğlu Hacı Osman da diretir. Çıkmam diye. Bir gün her ikisi de beraberken Hacı Osman babasına
-Baba, baba ben bu evin has çocuğuyum. Sen ayrı çık ta ben bu evde kasıla kasıla bi uzanan der.
Hacı Osman IŞIK 1966 yılında Rahmetli Yavrucu Hasan Amca, Rahmetli Mollaların Hacı Hakkı, Hacı Cavit, Rahmetli Şekerci Yunus, Yaşar Saylık, Rahmetli Ellezlerin Kamil Ve diğerleri ile belediye encümenliği yaparlar. Ve bu görevleri sırasında Belediye Başkanının
maaşını düşürürler. O zaman bütün ısrarlara rağmen alınan kararı uygulattırırlar.
Kalıpçıların Hacı Osman amca beyaz sakallı sevimli şişman uzun çarşının ve ilçemizin sevilen simalarından birisiydi. Uzun süre üç kardeş küçük dükkânı birlikte çalıştırmayı sürdürebilme başarısını gösterebilmişlerdir. İşyerini erken açma geleneğini oğlu hala devam ettirmektedir.
Osman IŞIK zamanında uzun çarşının elemanlarındandı. Nur içinde yatsın.
YEŞİL HOCA
Hafız Hacı İBRAHİM AYÇAKAL
(1929 doğumu - 22.01.1995 ölümü)
Yeşil Cami İmam Hatibi
1929 yılında doğdu. Babası İbrahim, annesi Emine, Dedesi Afyonda Hacı Hasanlardan Nakşî cemaatinden Hacı Hasandır. Askerden önce çobanlık yapmıştır. Çobanlık yaparken kuran okumasını bildiğinden hafızlık için çabalar. Askerden sonrada Sandıklının Kızık kasabasında, Dodurga ve Alagöz köyünde hak ile hocalık yapmıştır. Sonra Sandıklıya gelmiş İsirli Hoca adı ile bilinen Mustafa ÖZDEMİR’DEN aldığı derslerle hafızlığını pekiştirmiştir. 1959 yılından sonra Yeşildirek camisinde resmi olarak imam hatipliğe başlamıştır. Yeşildirek camisinde görev yaparken Bayanlara Kuran Kursu açılır. Hem Camide imam hatiplik yapar hem bayanlara Kuranı Kerim öğretir. Yeşildirek camisinden de emekli olur.
Çok muttaki saf duru ehli tarik bir şahsiyettir. Mahmut Sami Ramazanoğluna müntesiplidir. Hafızdır. Cami ve evi arasında hayat sürmüştür. Yürürken hiç başını kaldırmamış devamlı başı önünde yere bakarak yürümüştür. Zaman zaman da önüne gelen erkek mi bayan mı bile fark etmemiş selam vermiş selam yüksek sesle alınmayınca dönüp bakar bayan olduğunu görür(2). Yürürken devamlı Kuran okurdu. Camide mukabelede bir cüz-ü ezbere okur, cemaat sıkılmasın diye son verirdi.
Yeşil hocanın üzerinde kaza namazı, kazaya kalmış oruç borcu yoktur. Ben buna kaniyim(1)
“Kuranı ya okuyan olun ya öğreten olun” der, yaz tatillerinde mahallenin bütün kadın kız oğlan çoluk çocuk herkese kuran öğretmeyi severdi. Zaten Yeşil camide buna müsaitti. Hem mahalle camisi hem caminin alt katı oda olarak kullanılırdı.
Yeşil hocanın önce evli kızı Ratibe vefat etti. Sonra eşi Ayşe yenge vefat etti. Kişinin eşi canının yarısıdır denir ya. Yeşil hoca her sabah kabristanlığa sabah namazından sonra kırk Yasin okumak için her gün giderdi. (Kabir’e çıkardı kırk Yasin’e.) Yine bir gün kabristanlığın kapısından girer. [Ey ehli kubur der selam verir.]
Fakat içinden Kuranı kerimde geçen şu (Rum süresi 50. Ayet)
فَانظُرْ إِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ ذَلِكَ لَمُحْيِي الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Fenzur ilâ âsâri rahmetillâhi keyfe yuhyil arda ba’de mevtihâ, inne zâlike le muhyîl mevtâ, ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Şimdi bak, Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünden (kuruduktan) sonra nasıl diriltiyor (yeşertiyor)? Şüphe yok ki yeryüzünü kuruduktan sonra dirilten, elbette ölüleri (kabirlerinden) diriltir. O, her şeye kadirdir.{Tercüme Ali fikri Yavuz}

Ayeti geçer. Yarabbi ayetinde böyle diyorsun mademki ailemi dirilte bi gören diyor. Hem mezara doğru yürür hem Yasin okur. Mezara 12/15 metre kala bakar ki:
Eşi mezarın üstünden
--‘İbrahim yanıma gelsene’ der. Yeşil hoca etrafına bakar
‘’Yaa.. Benim hanım öldü’’. Der, ama mezarın üstünde ayakta duran hanımıdır. Fistanı elbisesi her şeyi sesi, bakışı her tarzı ile mezarın üstünde duran kendi hanımıdır. Mezar açılmıştır. Tekrar etrafa bakar. Ben eşimi şuradan çay köylülerin biri at arabası ile geçer. O at arabasına bindiren eve götüren diye düşünür.
Fakat görenler bu hocanın eşi geçenlerde ölmüştü. Bu kadını nereden getiriyor diye düşünürler diye vaz geçer. Mezarlığın üstünden yamaçtan beraber ağır, ağır evimize gideriz diye düşünür.
Bu arada eşi tekrar:
-‘İbrahim yanıma gelsene diye seslenir.’
Yeşil hoca mezara yaklaştıkça Eşi ağır, ağır mezara iner. Yeşil hoca mezara bir iki metre kala eşi mezara girer ve mezar şöyle bir sallanır, sallanır kapanır ve eski halini alır. Yeşil hoca bu durumdan çok etkilenir. Sadece aklından geçen ayet sonucu Yüce yaradan ona bu durumu yaşatmıştır.
Yeşil hoca yaşadıklarını Keçeciler Camisi imam hatibi Mehmet MENEKŞE’YE anlatır.
Mehmet Menekşe hoca sorar:
Hocam korkmadın mı? Yeşil hoca der ki
—Neden korkayım ki? Korkmadım der.
Cenabı Allah sadece aklımdan geçen bir ayet ile bana ders verdi. ‘O küllü şeyin kadirdir.’ Der 1*
Yeşil hoca nevi şahsına münhasır, Farklı bir şahsiyetti. Onun ölüler ile bile konuştuğu söylenir. Olağan üstü hallerinin olduğu bilinir. Tabii ki bu itikat meselesidir. Kişileri bağlamaz. Fakat memleketimizde hatırası vardır. Sessiz sade Kuran-i bir hayat yaşamıştır. Kendisinden Cenabı Allah razı olsun. Mekânı cennet olsun. Ne mutlu güzel insanlara.

Kaynak:
1*Emekli Hacı Mehmet MENEKŞE. keçeciler camii imamı
2*Ramazan Ayyıldız. Kabuli cami imamı
3*Ahmet Ayyıldız kardeşi
HASAN DİNÇER
1910 doğumlu -- 24.04.2001 ölümü
AFYON MİLLETVEKİLİ

Ticaret odası ve Esnaf odasının müşterek organize ettiği, Sandıklı Ticaret Odası lokalinde Bayram için Sandıklıya gelen (işi gereği dışarı da ikamet eden) hemşerilerimiz ile 2009 yılı Kurban Bayramında, Bayramın ikinci ve üçüncü Kasım 28/29 günü bayramlaşmak için toplandık. Ayhan TÜRKER ile muhabbet ederken anlattı.
Hasan Dinçer Sanvak’a tatil günleri mutlaka uğrayan müdavimlerdendi. Yine bir gün vakfa geldi malumunuz vakıf binamız 4. kattadır. Hasan amca asansör olmayınca vakfa çıkarken terliyordu. O gün de ben Hasan Ağabey hoş geldin. Ceketin düğmelerini açayım da biraz rahatla/dinlen dedim. Dedi ki:
‘’Oğlum Ayhan birazdan protokole gideceğim. Unuturum önüm düğmesiz olurda nezaketsizlik olur. Düğmelerimi açma Ayhan’ım dedi. Ola ki unutulurda ayıp/nezaketsizlik olur diye ceketinin üç düğmesinin hiç birini açmadı.
-----------------------------:

Hasan DİNÇER Adalet Bakanlığı yaptığı sıralarda TBMM’sinde merdivenlerde bir gün İnönü ile karşılaşırlar.
Önce İnönü
—Sayın Bakanım buyurun der.
Hasan DİNÇER ona öncelik verir.
İsmet İnönü
—Sayın Bakanımız siz icranın başındasınız. Bakansınız, siz buyurun deyince
Hasan Dinçer
—Sayın Cumhur reisim siz Türkiye Cumhuriyetini kurmamış olsaydınız biz bu ülkeye Bakan olamazdık ki. Lütfen siz önden buyurun efendim der.
*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*
HASAN DİNÇER
1910 yılında Afyon'un Sandıklı ilçesinde doğdu. 1933 yılında İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1934 yılında Adliyede görev aldı. Hayrabolu Cumhuriyet Savcılığı, Afyon Cumhuriyet Savcılığı Muavinliği, Balıkesir Cumhuriyet Savcılığı ve en son Bolvadin Ceza Yargıçlığı görevlerinde bulundu.
1946 yılında istifa ederek serbest avukatlık yapmaya başladı. 1954 yılında Cumhuriyetçi Millet Partisinin kurucu üyesi oldu ve 1957 seçimlerinde Cumhuriyetçi Millet Partisinden Afyonkarahisar Milletvekili seçildi. 1958 yılında CMP ile Köylü Partisinin birleşmesiyle 1961 seçimlerine Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinden (CKMP) katıldı ve tekrar Afyonkarahisar'dan milletvekili oldu. 25 Haziran 1962'de IX. İnönü Hükümetinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, 20 Şubat 1965'de kurulan ÜRGÜPLÜ Hükümetinde Milli Savunma Bakanı oldu. 10 Ağustos 1965'de bakanlıktan ve CKMP'den ayrılarak Adalet Partisine geçti. 1965 seçimlerinde AP' den Konya Milletvekili seçildi. 27 Ekim 1965'te kurulan I. DEMİREL Hükümetinde Adalet Bakanı olarak görev aldı. 1969 seçimleri nedeniyle 1 Ağustos 1969'da bakanlıktan ayrıldı ve tekrar Afyonkarahisar'dan milletvekili seçildi. 29 Temmuz 1970'de III. DEMİREL Hükümetinde Devlet Bakanlığına getirildi. I. ERİM Hükümetinin kurulmasıyla Bakanlık görevi sona erdi. 24 Nisan 2001 tarihinde vefat etti. (alıntı)
Sandıklı, 1946 yılında çok partili siyasi hayata geçiş döneminden başlayarak;
-1946 yılında yapılan seçimlerde Demokrat Partiden, 1961, 1965 ve 1969 yıllarında yapılan seçimlerde Adalet Partisinden 1910 Sandıklı doğumlu Hasan Dinçer’i (2001 yılında vefat etmiştir.),

Hasan Dinçer AP den, 1977 yılı, 16. dönem milletvekili seçimleri için ön seçime katılır. Seçim olur. Hasan DİNÇER sıralamada arkalarda kalır. Tabii ki bu duruma içerler. Başbakan yardımcılığı, Milli Savunma, Adalet bakanlığı gibi görevlerde bulunmuş bir isim olarak sıralamada olmamasını yadırgar. Sebep ararken Aklına nereden kaç rey/oy aldığını merak eder. Listeleri inceler. Bolvadin den beklediğini alamadığını görür. Çıkar gelir Bolvadin’e. İlçe Başkanı ile görüşür. İlçe başkanı partilileri toplar. Hasan Dinçer bir konuşma yapar. Konuşma sırasında Bolvadinlilere sorar. Arkadaşlar ben Bolvadin den her zaman 70/75 oy alırdım. Fakat bu sefer bu oy 14’te kalmış hayırdır. Sebebini merak ettim der. Bolvadinliler Ağabey biz seni severiz. Hem de çok severiz. Senden bir kötülük görmedik. Ama sen vekil olursan Süleyman beyin seni çok sevdiğini biliriz. Seçilirsen Süleyman Bey seni başvekil yardımcısı yapar. Öyle olunca sen bizim koza fabrikasını söker Sandıklıya taşırsın bu korkudandır ki sana rey vermedik. Hasan Ağabey kusura bakma derler. Bu kadar açık ve net ezberlenmiş ifadelerden sonra Hasan Dinçer bu işte bir hinlik sezer. Bu fikir sizin ürettiğiniz bir şey değil sanırım. Bunu size kim empoze etti diye sorar. Cevabın kendisini ikna etmemesinden olacak ki, Bazı Bolvadinlilerle özel konuşmalarda yapar. Siyasetin kirli çarkının kendisine işlediğini görür.(...) Meseleyi öğrenince artık bu çarkın içinde olmak istemez. Siyasete veda eder.
Hasan DİNÇER Başvekil yardımcılığı yaptığı sıralarda Cezayir’e giderler. Pek çok Cezayirli tarafından ülkenin "babası" olarak görülen Ahmet Ben Bella, 1962-65 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde Cezayir Devlet başkanı Ahmet BEN BELLA’yı ziyaret ederler. Ahmet Ben BELLA herkese Türkiye’nin neresindensiniz diye sorar. Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı Hasan DİNÇER’e de sorar. Afyon Sandıklı deyince bir sevinç duyar.
Sandıklıda bizim sefirliğimiz var biliyor musun* der hasan DİNCER hayır der.
Sandıklı’da Cezayir camimiz var biliyor musun? der. Hasan DİNÇER
Hayır der. Cezayir çeşmemiz var. Biliyormusun der. Hasan DİNÇER
Hayır der. Barboros okulumuz var deyince. Hasan DİNÇER Ben Afyon’da okudum Sandıklıyı pek bilemem. Sayın Devlet Başkanımız yardımcı olayım deyince. Camiyi dedem yaptırmış. Caminin bir eksiği var mı? Bir ihtiyacı var mı? Oradaki Hemşerilerimizin durumunu soracaktım. Bir eksikleri bir ihtiyaçları varsa öğrenmek istedim, İhtiyaçları neler biliyim yardımcı olayım istedim der.
Hasan DİNÇER Sandıklılıdır.
Birçok kişiye sorduk tanır mısınız? Dedik.
Evet, Sandıklıya bir hatırası var. Oda hapishane dediler.
Sandıklımızda taş üstüne taş koyandan Allah razı olsun. Ölülerimize Rahmet etsin. Nur içinde yatsınlar. İnnalillahi ve inna ileyhi raciun, hatıraları kalsın. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş.
(aozeski@hotmail.com)

GELİN ARABASI

NEREDEN........ NEREYE............
* GELİN ARABASI
Kahvede muhabbet ediyorduk. Eskiden düğünlerden konuşuyorduk düğün konvoyu çok uzun oluyor. Gerekli mi falan derken Mustafa PEKBEY amca o günleri anlattı. O günler ve bu gün düğünlerde değişimi konuştuk. Osman Ağabey laf yeri gelince Babasını misal vererek anlattı. İşte onun hikâyesi.
Ali (Ali AŞAN= HOROZ ALİ)amca komşu kızını ister. Komşuda Ali amcaya kızını verir. Ali amcanın ne anası ne babası hayatta değildir. Sadece abisi vardır. Sene 50/52’lerde. Derken Düğün yapılmaktadır. Öğlen cemaat camiden gelir. Baya bir beklerler. Yaşlı amcanın birisi oğlum Ali gelin almaya ne zaman gideceğiz der. Ali amca gelin arabası tembih etmedik ki. Diye düşünür. Abisi o sıralarda cüzdanımı kaybettim/düşürdüm diye konuşur. Ali amca arkadaşı Aşçı Veli’ye
—Veli gelin arabası tutalım sende para var mı? Der
Aşçı Veli
—Valla Ali bende para yok der.
Sonra Fotoğrafçı Remzi arkadaşıdır. Ona sorar Remzi gelin arabası tutacağım sende para var mı? Diye sorar. Fotoğrafçı Remzi
—Valla bende de para yok deyince Ali amca yıkılır.
Ulan hiçbir arkadaşımda para yok mu? der.
Fotoğrafçı Remzi
—Ali benim evde bir teneke kumbara var onu kıralım içindeki para bize yeter sanırım der.
Ali amca, Aşçı Veli ve Fotoğrafçı Remzi hemen koşarak Remzi’gilin eve giderler. Kumbarayı alır kırar içindeki bozuk paraları aldıkları gibi. Konak meydanına gelirler.
Fakat orada ne cip var ne yaylı fayton var. Beklerler. Tabii bu arada da zaman akıp gitmektedir.
Gelen giden de yoktur.
Derken Afyon’dan yolcuları alıp Dinar, Isparta veya Denizli yönüne giden Başağaçlı Hoşgör Hüseyin HOŞGÖR gelir. Sandıklı da inecek yolcuları indirir. Camdan at araba yapımcısı Ali Aşanı görür.
No Ali ne bekliyorsunuz der. Ali amca
—Düğün varda araba bekliyoruz gelin arabası yapacağız Hüseyin ağabey der. Hoşgör
Ali kim evleniyo oğlum der. Ali amca
Hüseyin Ağabey ben evleniyorum deyince.,
Hoşgör hemen ayağa kalkar sayın yolcularımız 20 dakika ihtiyaç molası veriyoruz. Sizler şu parkta ihtiyaçlarınızı görün 20 dakika sonra hareket edeceğiz der.
Döner camdan Ali amcaya
Ali hadi gidelim koçum der. Ali amca Aşçı Veli ve Fotoğrafçı Remzi otobüse binerler Evin önüne varırlar.
Kız evi de zaten oğlan evi ile yan yanadır. Kız evinden gelin ve yanındakiler, oğlan evinden otobüse binecekler biner. Hoşgör
Adettendir. Otobüsle çarşıyı ve mezarlığı dolaşır tekrar evin önüne gelirler.
Gelin iner. Otobüs boşalır. Hoşgör Allah hayırlı uğurlu etsin der izin alır. Ali amca Hoşgör’e para vermek istese de Bir avuç bozuk/ demir para. Hoşgör güler bi hapaz demir para görünce.
—Âlim insan bir kere evlenir.
Her arabaya gelin arabası olmak, her şöfere gelin arabası sürmek nasip olmaz der para almaz.
DÜĞÜN HARÇIYNAN RAMAZAN HARÇINA ALLAH KEFİLDİR.
Anlatan: Oğlu OSMAN TAŞAN
24/10/2009 (aozeski@hotmail.com)

GELİN VE DAMAT

Gelin Damat
* HACER ÖZÇELİK
Uncuların Fırıncı Hacer Nine
Mahallemizde Hacer Nineye sordum nasıl gelin gittiğini.
Arabaya niçin gelin arabası dendiğini
Konvoy falan oldu mu? Mezara neden gidildiğini?
O gün için ne diyebileceğini
Yaşadığı hatıralarını sordum.

Önce tebessüm etti. Gözleri boşlukta kayboldu gitti.
Baya bi bekledikten sonra... Dedi ki..
‘’Ben koca kamyonla (Commer marka kamyon) gelin gittim. Çalgıcılar acıklı, acıklı Cezayir türküsünü çaldılar. Kasanın ortasına bir eski tahta sandalye beni sandalyeye oturttular. Akrabalarım ağladı ben ağladım. Gelin hem ağlar hem gidermiş. Bende gelinli duvaklı gelin çıktım. İçyenğemle, yanımda arkadaşlarım da vardı. Bizim aileden olan içyenğem gece beni bekledi.

Damat dedim.
—Ne damadı dedi. Ben onu ilk gecemizde gördüm. Gelin damadı damat gelini ilk defa koltuk denilen odada görüşürler. Damat gelinin yüzünü acar. Yüz görümlük verir. O zamanlar gelin tacı vardı. Herkes de gelin tacı yoktu. Olmayanlar olanlardan kiralardı. Hısım akraba da var ise ödünç alınırdı. Gelin tacı süslü yanlarından simli gösterişli görkemli idi. Gelin tacı İtina ile alınır kullanılır ve bir helal getirmeden teslim edilirdi.
Ya beğenmeseydin damadı, Hacer ana.dedim de biraz kızarak
Ana baba evladı için kötü bir şey beğenmez. Kiminle evleneceğine sen değil anan baban değil Cenabı Allah yazar. Kullar ona rıza gösterir.
Yağmur ne zaman yağacak
Ana karnındaki çocuk kız mı oğlan mı?
Yarın ne olacak, kiminle evleneceksin..
Yarının sahibi Allah... Dedi ve Gülerek o günleri anlatmaya devam etti.
Sonra Eşim merdivenin altında beni görcem diye saklanmış.
Örümcek yuvası toz, toprak olmuş üstü başı. Damadı, oğlanı falan görmek yoktu eskiden görücü usulü ile evlendik bizler. Zaten Davul dengi dengine çalar. İsabetsizlik çok nadirdir.
Neden arabaya gelin arabası dedim.
Zaten arabada damat olsaydı gelin arabası demezlerdi. Başka isim bulunurdu. Arabada o zamanlar sadece Gelin olduğundan gelin arabası deniyor. Şimdi oğlan, anası, babası, kardeşi, abisi, ablası, teyze, dayı, amca, hala vs. herkes kız evinde. Beni Gelin almaya kayın babam geldi. Babam elimden yapıştı kayın babama teslim etti. Kilimlerin arasından kamyona bindim. Kilimlerin arasında kamyondan inip evimize girdim.

Ne kilimi diye sordum.
Gelin arabaya binerken, inerken nazar değmesin diye geleneğimiz diye kilim haba gerilirdi.
Sende hatırlarsın oğlum eskiden mahremiyet vardı, şimdi gelinler yarı çıplak bet berket olmuyor işte. Şimdi düğün salonuna gitme eskilere göre değil. Herkes hamamda gibi yarı çıplak olmuyor. Bize uymuyor.
Neyse.. Dedim devam etti.
Kayınbabamın elini öptüm.
Bana 3 mecidiye verdi (60.kuruş) verdi. Eş dost akrabalarda para verdi. Adettendir. O paralar gelin şayet varsa bir almak isteyip de alamadığını alsın diye veriliyordu.
Ben baktım..
---Ne oldu. Dedi gülerek
O zamanda ben koca kamyonla gelin gittim diye böbürlenmiştim/havalara girmiştim. Dedi başını sallayarak

Sadece bir kamyon mu vardı? Konvoy falan..olmadı mı diye sordum.
--Hadee sanki başka arabalar vardı da (dedi gülerek). Şimdiki gibi taksi minibüs falan nerde.. Şimdi konvoy işi fuzuli her şeyin bir hesabı var unutma. Bizim zamanımızda Kamyona binen bindi binemeyen yaya oğlan evine kadar yürüdü. Ben kamyonla gelin gittim. O zaman yaylı araba, at arabası, fayton ile gelin almaya gelinirdi. Bir iki at arabası, yaylı, fayton oldu mu tamamdı.

Mezara da gittiniz mi? Diye sordum.
—Bak oğlum Ali. Her genç kız evinden beyaz gelinlik ile çıkar. Hayatın sonu da beyaz kefenle mezardır. İşte bunu hatırlatmak için gelin baba evinden eşinin evine giderken mezara uğramak adettir. Son durak burası iyi geçin, kötü geçin ama geçin geçinsen de geçinmesen de geleceğin yer burasıdır. Bil de ona göre yaşa. Eşine, kayınvalidene, kayıntana, itaat et demek isteniyor. Kabir ehlide geleni gideni, olanı biteni görür, anlar ama cevap veremez belki de verir ama bizim onu anlama durumumuz yok. Gelin olan bir kızın gelinlik ile ölen yakınına ziyareti yanlış mı? Evlenen oğlan damatlık ile ölen bir yakınına ziyareti kadar anlamlı ne olabilir ki. Bu mürüvvet sevgiden ileri gelir. Anlamı böyle işte bence. Başka anlamı var mı bilmiyorum.

Bu kabir ziyareti çok mu tuhaf peygamber efendimizde kabirleri ziyaret edin diye buyurmuyor mu? Ali oğlum bak kabir insanı yumuşatır. Ölülerini ziyaret et. Onları sevindir. Onların senin okuyacağın bir elama bir kuluye ihtiyacı var. Oku ki kabir azabı varsa hafiflesin yavrum.
Tamam, Hacer Ana devam edelim.
Mezarı konuşmak ne kadar zor yaaa.. dedi gülerek.
Gelin girdiğin evde bir gün o evin anası olacaksın. Önce gelin, sonra ana, büyük gelin isen kayınvaliden ölünce o evin sahibi sensin. Sabır ile koruk helva olur. İyi gününde kötü gününde birbirinize sadık kalın denmiyor mu? Biz demedik yaşadık. Varlığa şükrettik yokluğu sabır ettik. Ne dalgalar atlattı şu garip başımız. Evlilik çok mukaddes bir müessesedir. Bir ortaklıktır. Hani iki kişi ortak olunca üçüncü Allah’tır. Bu kanaatimce evvela evlilik için geçerlidir. Ben pek ince bilemem. 80 nime yaklaştım. Herkes gördüğünü beğenir doğru. Ama hayat sürprizlerle doludur.
Ben biraz tebessüm etmiştim.
Ne gülüyon..dedi ve devam etti.
—Ben sana 60 sene öncesini anlatıyorum. Şimdiyi değil. Ben şimdikileri zaten anlayamıyorum ki. Küs gitmek boşanmak eskiden çok nadirdi. Yok gibiydi. Allah boşanmayı zaten istemiyor. Boşanana da toplumda iyi gözle bakmazlardı. Allah iyiyi lütfeylesin. Gidişimiz hayra alamet değil. Ali değişmeyen neyimiz kaldı ki.. Sahip çıkmamız gerekenlere barik sahip çıkalım. Yoksa hesabı zor olur.

Hacer ana çok teşekkür ederim. Son sözün ağır oldu. Allah uzun ömür versin hayırlısıynan. Allah razı olsun.
13/01/2010 (aozeski@hotmail.com)
POLİTİKANIN KÖŞE TAŞLARI
ALİ ÇAVUŞ
ALİ SARIIŞIK
15.08.1924*12.05.2001
Her politikacının, eğer politikacı hakikaten politikaya kademe kademe girmiş, politikanın içinde yoğrulup pişmiş ve halkla haşırneşir olmuşsa, mutlaka halk içinde politika ile bütünleşmiş bazı dostları vardır. İnandığı, sevdiği, görüş¬lerinden tecrübelerinden, bilgi ve görgülerinden zaman za¬man faydalandığı bazı hakikî dostları...
Bunlar halktan ve halka yakın olmak üzere, her sınıf¬tan, her meslekten ve her kademeden insanlar olabilir. Ara¬larında politikacılar, generaller, profesörler, hâkimler, he-kimler, avukatlar, mühendisler, iş adamları, işçi liderleri, tüccarlar, sanayiciler ve çeşitli kademelerde bulunan bürok¬ratlar bulunabilir. Ayrıca, belki de çok daha değişik ve önemli olarak köylü, çiftçi, esnaf ve zanaatkârlar arasından çıkan, köyde ve kasabada yerleşmiş, öğretmen ve benzeri küçük memurlardan oluşan partici dostlar da vardır.
Bizim burada üzerinde durup, bazı örneklerle anlatmak istediğimiz, işte bu sonuncu dostlardır. Yani halk içinde ye¬tişmiş, halk arasında yaşayan ve halktan insanlar... Yıllardır temasta olduğum, zaman zaman karşı karşıya gelip görüştü¬ğüm, fikirlerinden, sohbetlerinden, tenkit ve değerlendirme¬lerinden istifade ettiğim ve çoğunu sadece, "Lâkabı" ile tanı¬yıp sevdiğim büyük insanlar...
Bunlar genel olarak köylüdür, kasabalıdır, bazen da şe¬hirlidir. Ağadır, şeyhtir, dededir, babadır, muhtardır, bekçidir, korucudur, emeklidir. Bazen varlıklı, bazen fakir, çok kere de orta hâllidir. Hemen hepsi köyünün, kentinin, kasa¬basının ve yöresinin sözü dinlenen, sohbeti aranan, çevresin¬de oturulup, sofrasında yenilip içilebilen insanlardır.
Sözleri, sohbetleri, şakaları, fıkra ve kıssaları, yol ve yor¬dam bilen, yön ve yöntem gösteren tekerlemeleri hafızalar¬dan kolay kolay silinmez. Bu insanların hemen bütün soh-betlerinde görülen ve işitilen kıssayı hisseye, fıkrayı nasihati, geçmişi geleceğe bağlayan birtakım hikmetler vardır. Ha¬diseleri değerlendiren ve geleceğe ışık tutan bu hikmetler nasıl unutulabilir?
..........Afyon'da Boz Ahmet ve Kazım Ağa, Sandık¬lı'da Ali Çavuş, Emirdağ'da Köse Hikmet,........ ve başkaları, politikanın köşe taşları, orta direkleri ve ışıkları...
Bunlar için birkaç kişi Adalet Partisi'nde veya Demok¬ratik Parti'de il başkanlığı yapmış, birkaç kişi de ilçe beledi¬ye başkanlıklarında bulunmuşlardır. Diğerleri tek kelime ile particidirler. Sadece ve sadece partici. Ama nasıl partici? iliklerine, hücrelerine ve genlerine kadar partici... Namuslu, dürüst, cesur, akıllı, ileri görüşlü, sağlam ve vicdanlı parti¬ci..
Meselâ, bir Ali Çavuş vardır... Sandıklılı Ali Çavuş, Gümüşpala Paşa'nın çavuşu, ama Menderes aşığı, sırmalı de¬ğil, şeritli çavuş...
27 Mayıs'ın arkasından kara günler gelir Sandıklı'ya. Demokrat Parti'ye bütün seçimlerde Türkiye'deki bütün il¬çeler içinde en yüksek nispetle oy veren Sandıklı, kara gün¬lerde karanlıklar içine gömülmüştür... Afyon'un Sandıklı il¬çesinin o korkulu ve sıkıntılı günleri için, "Kara günler, sıkın¬tılı, karanlık ve karışık günlerdi", diyor Ali Çavuş.
Sandıklıklıdır ve Sandıklı'dadır Ali Çavuş, o kara ve ka¬ranlık günlerde. Askerliğini bitireli de fazla olmamış, 27 Ma¬yıs Darbesi olduğu zaman. Kara kara düşünceler sarar içini, karanlık öfkeler, mengene gibi sıkar vicdanını Ali Çavuşun. Zaman zaman çileden çıkar....... sayıklar ken¬di kendine...Kafasından çeşit çeşit hayaller gelip geçer, gönlün¬den türlü türlü maceralar...
Aradan aylar geçer, Günlerden bir gün gazeteler yeni partiler¬den söz etmeye başlarlar. Birden beyninde şimşekler çakar Ali Çavuş'un ve kafasında yeni bir fikir doğar. Onun Paşa'sı vardır, Erzurum'da Gümüşpala Paşa'sı, kendisini çoluğu ve çocuğu ile bir tutup, bir baba gibi seven Gümüşpala Pa¬şa'sı... Hem de 27 Mayıs darbecilerine "Hayır" diyen Gü¬müşpala Paşa'sı... "Acaba nerdedir?" diye düşünür. Hele bir oldu bitti ile Genelkurmay Başkanı yapıldığını, sonra da çok kısa bir zamanda ve makam arabasında tebliğ edilerek emekli edildiğini duyduğundan beri mutlaka bulmak ister Paşa'sını; İzmir'de bulunduğunu okumuştur bazı gazeteler¬de...
Paşa İzmir'de ve küçük bir evde oturmaktadır, adresi de yazılıdır.
Yeni partiler kurulacaktır, ama henüz hiçbir parti ku¬rulmamıştır. Ali Çavuş'un 27 Mayıs Darbesi'ne, "Hayır" di¬yen Paşa'sı vardır ve bu Paşa İzmir'de oturmaktadır. Ali Ça-vuş formülü bulur: Yeni partiyi Gümüşpala Paşa kurmalı¬dır. İzmir'e gitmeli ve bunu Paşa'ya anlatmalı. Kim gide¬cek? Tabiî Ali Çavuş.... Nasıl gidecek, ne ile gidecek, gidip Paşa'sına ne diyecek? Bunların hepsini birer birer düşünür.
Paşa'ya acaba ne götürmeli? Eli boş da gidilmez ki, kos¬koca Gümüşpala Paşa'ya. Düşünür, taşınır, elini şakağına koyarak yeniden düşünür, bir karar veremez. Birilerine so-rulması gerek diye düşünür kendi kendine. Sandıklı'nın akıl¬lı insanlarından Boz Ahmet amcası da vardır, hem de "Goyu Demirkırat", ona gidip sormaya karar verir ve gidip so¬rar. Beraberce düşünüp bulurlar Paşa'ya ne götürüleceğini. Avcıdır Ali Çavuş. Belki de çavuşluğu avcılıktaki ustalığın¬dan kazanmıştır. Attığını vurur Ali Çavuş. Boz Ahmet amca-sı ile ava giderler ve bir, iki, üç derken beş keklik vururlar. Gümüşpala'ya götürülecek hediye böyle bulunmuş olur.
Keklikler yolunup temizlenir, buza yatırılıp, avcı çantası¬na konur ve Ali Çavuş İzmir'e gitmek üzere, geç saatlerde otobüse biner. Yolda İzmir'i, Paşa'yı ve Paşa'nın "Paşa ha¬nım" diye bilinen hanımını, ismi ile cismi ile "Hanife anası¬nı" düşünür. Hanife anasının kekliği çok sevdiğini hatırlar ve keyfinden gülümser. Kendi kendine "Hanife anama, en makbul hediye kekliktir," diye söylenir.
Güneş doğmak üzere iken Ali Çavuş İzmir'dedir. Bir sa¬at kadar sonra da Gümüşpala'nın Karşıyaka'daki evinin kapısındadır. Elini zilin üzerine koyup bekler ve zile basıp bas¬mamakta tereddüt eder. "Çalayım mı, çalmayayım mı, vakit¬li mi, vakitsiz mi?" diye tereddütle bekler. Hem endişeli, hem ümitli. Fazla bekleyemez, sabırsızlığı sabrının üzerine çıkar ve zile basar. Aynı anda Gümüşpala'nın erkenci oldu¬ğunu da hatırlar...
Kapıyı Hanife anası açar. Açması ile bağırması bir olur, "Vay yavrum Ali sen nerelerdesin ve burayı nasıl buldun?" diye Ali'nin boynuna sarılır ve onu içeriye alır. Tekrar tek¬rar yanaklarını öpüp, baş köşeye oturtmak isterken, Ali Ça¬vuş keklikleri uzatarak, "Hanife Ana, çam sakızı çoban ar-mağını, birkaç keklik getirdim," der... Hanife Ana keklik is¬mini duyar duymaz, "Hınzır kâfir ben sana avı bırak deme¬dim mi?" diyerek güler. Öfkelenmiş gibi yaparak Ali'yi şöy¬le bir yalancıktan haşlar. Aslında Hanife Ana hiçbir çocuğu¬na öfkelenmez. Böyle bir huyu yoktur.
Paşa'nın evi çok kalabalık. Oğullar, gelinler, kızlar, da¬matlar ve cıvıl cıvıl torunlar... Kahvaltı masası hazır. Masa¬da Ali'ye yer hazırlanır. Hem de Hanife Ana'nın yanında.. Oğullardan veya damatlardan biri gibi... Masaya önce Hani¬fe Ana ile Ali Çavuş oturur. Sonra herkes odalarından çıkar¬lar. "Ali Çavuş gelmiş" diyen çığlığı basar. Ali Çavuş sıra ile büyüklerin hepsinin elini öper ve küçüklerin başlarını okşar. En sonra Pala Paşa, bir yandan elini öptürürken, bir yandan da gevrek gevrek gülerek ve "İhtiyar olasın", diyerek Ali'nin başını okşar ve yerine oturur. Ali neşe içinde ve güle söyle¬ye kahvaltısını yapar.
Kahvaltıdan sonra, herkes bir tarafa gider ve salonda Gümüşpala Paşa, Hanife Ana ve Ali Çavuş kalır. Sağdan soldan konuşup, söylesin, böylesin derken, Ali Çavuş durur ve baklayı ağzından çıkarır: "Paşam, bana niçin geldiğimi sormayacak mısınız?" Bu soru karşısında hem Gümüşpala, hem de Hanife Ana önce kahkaha ile gülerler, sonra da "Ne-den, niçin geldiğini soralım?" diye sorarlar. Ali Çavuş, bu so¬ruyu duymamış gibi davranarak, geliş sebebini şöyle anlatır: "Ben Paşa'mın Demokrat Parti yerine bir parti kurmasını is¬temeye geldim. Demirgırata binip şöyle bir koşturmaya çık¬masını söylemeye geldim. Paşam Demokrat Parti'yi kapattı¬lar. Biz artık partisiz kaldık. Başımız da yok. Partimiz de... Yakında yeni partiler kurulacakmış. Bütün demokratlar sizi başımızda görmek istiyoruz. Milet sizin bir işaretinizi bekli¬yor. Önümüze düşmenizi ve bize baş olmanızı bekliyor. Gırata bir süvari gerek, hem paşadan bir süvari..."
Damdan düşer gibi olan bu konuşma karşısında hem Gümüşpala, hem de Hanife Ana, önce kahkaha ile güler, sonra da hayretle bakarlar. Daha sonra ise göz göze gelip, yeniden gülmeye başlarlar. Ali Çavuş da şaşkın bir hava için¬de gülmeye iştirak eder. Kendisini ilk toplayan Paşa olur ve Ali Çavuş'a dönerek "Oğlum bu da nereden çıktı? Böyle bir fikir nereden aklına geldi. Benim politika ile ne işim olabi¬lir?" diye sorar.
Ali Çavuş, gülmeyi bırakıp kendisine çeki düzen vere¬rek, "Paşam, bu millet partisiz olmaz. Milletin içi kan ağlı¬yor. Milletin çoğu Demokrat Partilidir ve bunlar sizin 27 Mayıs darbesine, "Hayır" dediğinizi biliyor. Peşinizden git¬meye de hazır ve kararlı. Çarşıda, pazarda, harmanda, sey¬randa, evlerde ve dükkânlarda, camide ve cumada herkes böyle diyor. Hep böyle düşünüyor ve aramızda hepimiz bu¬nu konuşuyoruz. Herkes sizi, Demokrat biliyor ve Demok¬rat Parti'nin yerine geçecek bir partiyi kuracak kimse ola¬rak sadece sizi biliyor. Mutlaka da parti kuracak diye ümitle bekliyor," der ve cevap bekler gibi Paşa'ma yüzüne bakar.
O güne kadar, Gümüşpala'nın kafasında böyle bir fikir yoktur. Ancak, Ali Çavuş'tan sonra Paşa'ya gidip gelenler ve bu fikri işlemeye başlayanlar artar. Paşa bu fikre karşı uzun zaman direnir ve ısrarla teklifleri reddeder. Paşa red¬dettikçe gidip gelenler artar, teklifler ve ısrarlar da hem sıklaşır, hem de şiddetlenir. Israrlar, telkinler, baskılar ve yar¬dım teklifleri birbirini takip eder. Bu arada Afyon'dan ve Sandıklı'dan heyetler gelmeye başlar. Heyetlerin içinde baş, her zaman Boz Ahmet'tir, Ali Çavuş ise yaver havasında...
Önce halktan gelen tekliflere, sonra da Demokrat Parti teşkilâtının çeşitli kademelerinden gelen tekliflere, tarafsız¬lardan gelen teklifler eklenir. Dostlar, ahbaplar, emekli as¬kerler ve 27 Mayıs'ın hışmına uğramış bürokratlar âdeta Pa¬şa'nın evini işgal ederler.
Sonunda Paşa, bu baskılara dayanamaz ve kararını vere¬rek ortaya çıkar. Partinin ismi de Paşa'nın kendisi tarafın¬dan Adalet Partisi olarak bulunur.
O günlerde partinin kuruluş, yayılış ve büyüme günlerin¬de, gezilerde, kuruluşlarda, açılışlarda, salon toplantılarında ve meydan mitinglerinde, Ali Çavuş ve benzerleri, her za-man ve her yerde en önde bitiverirler. Özellikle Ege ve Or¬ta Anadolu'da hep onlar vardır. Nereye gidilse, ne ile gidil¬se ve kiminle gidilse, her zaman Ali Çavuşlar çıkar ortaya ve kalabalıkların içinde boy gösterirler.
* * *


Aradan zaman geçer, yıllar yıllan kovalar aylar aylan. Gümüşpala Adalet Partisi'nin 1965 yılı genel seçimlerdeki büyük zaferini görmeden rahmetli olur. Zaferin tacı başkası-nın başına konar. Hem de kuruluş günlerinde Adalet Partisi'ne gönlü yatmamış, emeği geçmemiş ve teri çıkmamış biri¬nin başına... Biraz tecrübesizliğimiz biraz da kırılası elleri-mizle!...
Parti iktidar olmuştur, yeni başkan ise başbakan. Ali Ça¬vuş gelir gider, Ali Çavuş gezer dolaşır. Hiçbir isteği hiçbir ihtiyacı yoktur, partiden ve iktidardan. Aynen diğer Ali Ça¬vuşlar gibi... Arasıra sohbet etmek ister, eski dostlarla, ne¬yin nasıl olduğuna ve neyin nasıl olması gerektiğine dair... Çok kere partinin gidişi ve iktidarın yaptıkları hakkında fık-ralar anlatır Afyon şivesi ile, pancara "Mancar", fabrikaya "pavlika" diyerek. "İyi işler, kötü işler", derken, "yanlış işler, doğru işler", sayılırken, yeni Genel Başkan eskilerden sıkılır ve eskiler bir gecede kendilerini partinin dışında bulurlar. Ne emek düşünülür, ne geçmiş hatıralara önem verilir, ne de geleceğin ne olacağının hesabı yapılır. Gümüşpala ailesi de eskiler arasındadır, kendisini dışarda bulmasa da...
Ali Çavuş eskilerin çoğunun dostudur ve onları çok se¬ver. Yenilere de asla karşı değildir. Her iki tarafa da gider gelir. Bazan öfkelidir, bazan heyecanlıdır. Bazan serttir, ba¬zan yumuşak. Ancak, her zaman birlik, beraberlik ve dost¬luk yanlısıdır. Böylece uzun yıllar geçer. İyi günler, kötü gün¬ler, kara, ak ve pembe günler.. Sonunda ise 12 Eylül 1980
Harekâtı gelir ve kapıya dayanır.
12 Eylül sonrası Ali Çavuş dostlarını ihmal etmez. An¬cak, öfkeli gelir, buruk buruk gelir, soğuk soğuk konuşur. Hele Adalet Partisi kapatıldıktan sonra daha da kırılır, da¬ha da bozulur, âdeta 27 Mayıs sonrası günlerine döner...
Derken yeni partilerin kurulmasına karar verilir. Ali Çavuş'un gidip gelmesi de sıklaşır. "Yeni parti kuralım" der, "Her şeye yeniden başlayalım" der. "Olmaz" dedikçe bastı¬rır, "Zor" dedikçe sıkıştırır.
Sonuç olarak partiler kurulur boy boy, liderler çıkar isim isim. İcazetli olarak bilinen Özal, Sunalp ve Calp bir yanda, vetolu partilerin liderleri diğer yanda...
Ali Çavuş'un gözü hiçbirisini tutmaz. İlk günlerde, "Ulu¬su Paşa" demesine rağmen, gözü ve gönlü gizli başkanda, gizli başkan ise Çanakkale'dedir. Çanakkale'den icazetli olan parti de Doğru Yol Partisi'dir.
Ali Çavuş'un geliş ve gidişleri aynıdır. Söyledikleri ise biraz değişik. Her gelişinde bir şeyi tekrar etmeye başlar: "Doğru Yol Partisi'nde" birleşmek. Ali Çavuş yine yollara düşer, yine toplantılara koşar, yine mikrofonların önünde el bağlar ve yine hatiplerin gözlerinin içine bakar. Seçimler¬den seçimlere gidilir, referandumlardan referandumlara ko¬şulur, sonra da genel seçimlere geçilir. Ali Çavuş her yerde hazır ve nazır.
Seçimler sıklaştıkça Ali Çavuş'un eski dostlara gidip gel¬mesi de artar. Her gelişindeki tekrar değişmez, "Doğru Yol'da birleşelim de birleşelim".
Eski günlerin sağlam ve değişmez dostuna bir gün aynı ısrarlara başlayınca şu soru sorulur: "Senin genel başkanınla nereye gidilir?" Bu sorunun cevabı hazırdır Ali Çavuş'ta ve şöyle der: "Hele bir yerine otursun. Emin ol değişti. Üstelik de, en azından kötülerin iyisi..."
Günler geçer, yasaklılar hakkındaki referandum sonuç¬lanır ve arkada bulunan lider, acele ile yerine geçip oturur. Aradan bir müddet geçtikten sonra bir gün Ali Çavuş alı al, moru mor çıka gelir. Toz toprak içinde ve öfke bulutları ile başı dumanlı. İlk sözü, "Vallahi de sen haklısın, billahi de sen haklısın", olur."Neden, nerede haklıyım, ne demek istiyorsun," deme¬ye kalmadan makineli tüfek gibi, anlatmaya başlar: "Bu bi¬zimki adam olmaz. Bu adamdan hayır gelmez... Bundan li¬der filân olmaz. Bununla bir yere gidilmez, çünkü bunda he¬sap, kitap ve ölçü yoktur. Yeni düşünce, yeni fikir yoktur.""Biraz yavaş ol. Ne oldu ki her şey bu kadar değişti," de¬nilince de öfkesinin sebebini açıklamaya başlar: "Adam yeni bir şey söylemiyor. 20–25 yıl öncesini tekrarlayıp duruyor. Yıllardır yasaklı idi. Yedi sene evinde yasaklı oturdu. Bu ka¬dar zaman içinde insan yedi gün düşünse ne kadar yeni fikir üretir. Demek hiç düşünmemiş, düşünmüyor da... Bu şart¬lar içinde sonumuz ne olacak?" Evet, sonumuz ne olacak? Tabiî Ali Çavuş'un söylediği manada sadece bir partinin sonu değil, memleketin sonu ne olacak? Bugün hayatta olup da çoğu gidip gelen bu eski dostlar, bu eski partici dostlar, bütün Ali Çavuşlar, hep aynı soruyu soruyorlar, sonumuz ne olacak?
Bu noktada bir de şanssızlık vardır: Eskiler, özellikle de eski ve hakikî köşe taşlan azalmışlardır. Azalmışlar, hele he¬le Ali Çavuş ve ben¬zerleri soluğu hemen Ankara'da alırlar. Alırlar ama, o ka¬dar az ve yalnızlardır ki! Bir kısmının yaşlılık ve hastalık belini bükmüş, bir kısmı çeşit çeşit oyun ve kahpeliklerden sıkılmış ve küsmüş, bir kısmını da ölüm almış götürmüştür, her birini bir yolda ve değişik şekillerde. Evet her biri bir se¬beple göçmüş, her biri başka şekilde Allah'ın rahmetine ka¬vuşmuştur: Daha nicelerinin ne olduğu bilinme-mektedir. Neredeler, nasıllar, hastalar mı, sakatlar mı, sağ¬lar mı, ölüler mi? Bilinmiyor.
(Mehmet TURGUT’ un Siyaseten Kesitler isimli kitabından alıntıdır.)
* * * * * *
Kendisi ilk defa Ankara’da Parlamento’ya gider. Ali çavuşu korumalar Bey amca nereye gidiyorsunuz diye çevirirler. Ali Çavuş kendini tanıtır ve ben davetliyim. İçeri de falan şahsı görecem der. Korumalar
—Bey amca buraya kravatsız girilmez. Derler Ali çavuş ne etse ne eylese içeri alınmaz. Korumalar
—Amca bir kravat tak gir niye üzüyorsunuz derler.
Ali çavuş o gün bugün ölümüne kadar Cumartesi Pazar dâhil hep kravat takmıştır.
* * * * * *
Rivayet edilir ki Ali Çavuş Başbakanlığı zamanında Demirel’in Bakanlar Kurulu toplantısına bile katıldığı anlatılır. Böyle bir toplantıda Demirel sorar.
--Ali çavuş ben olmasam ne olur bu milletin hali der.
Ali çavuş
—Demirel, Demirel Bu milletin başında bir zaman Gazi Atatürk vardı sonra. İnönü Paşa geldi sonra, Menderes geldi, gitti. Sonra Sen geldin Sen de gidince Analar neler doğuruyor biliyonmu sen.. der. Demirel beklemediği bu cevap karşısında bir şey demeden toplantısına döner. Ali Çavuş Demirel ile olan samimiyeti üst seviyede idi.
* * * * * *
Ali çavuş siyasetle bu kadar içli dışlı olduğundan ballık kasabasının yarısını memur ettirmiştir.
Ayrı, ayrı iki dönem Ballık Belediye Başkanlığı yapmıştır.
Ziraat Odası Başkanlığı yapmıştır. Zamanın güçlü isimlerinden birisi idi.
İl Genel Meclisi görevinde bulunmuştur. Ön seçimlerde İl genel meclisi için Kartılı (Gülyazı o tarihte Sandıklıya ait idi.) köyünde köy kahvesinde konuşmalar yapılmaktadır. Ön seçime katılan başka bir uzun boylu şahıs köylüye konuşma yapar. Hatip hararetli konuşunca köylü çok alkışlar.
Ali Çavuş ve diğerleri masanın başında herkes ayaktadır. Kahve alkıştan gırılmaktadır. Hatip konuştukça alkışlar artmakta. Ali çavuş (bir anda seçim gidiyomu diye vehime kapılır) hemen mikrofonu kapar ve konuşmaya başlar. Kartılı’ya yaptıklarını sıralar. Köylü Ali Ağabey biz senden vazgeçmeyiz korkma derler.
* * * * * *
Ali çavuş yaşlanmıştır. İl başkanı bu nedenle Ali SARIIŞIK’ın parti kaydını düşer. Bu durumu sonradan öğrenen Ali çavuş çok içerler. Baya bir üzülmüştür. Kalkar Ankara’ya gider. Çankaya’ya varır. Giriş kapısını baya bir arar bulur. Çankaya’da Kadim dostu, Parti başkanı ve başbakanı, Arkadaşı Demirel’e derdini anlatır. Demirel Cumhurbaşkanıdır. Oturur konuşur dertleşirler. Bu arada Cumhurbaşkanı Demirel Afyon il başkanı Nuri Yabuz’u arar. Nuriciğim üye kayıt ve silme kararlarını yazdığın karar defterini aç. Ali SARIIŞIK’ı bul. Buldun mu? O sayfayı yırt. Ben ve Ali Çavuş çırt sesini duyalım. Yırttın mı? Heh şimdi Ali Sarıışık’ı kaydet. Adını soyadını yaz. Ali çavuş gelince diğer bilgilerini tamamlarsın. Tamam mı? Teşekkür ederim. Der telefonu Cumhurbaşkanı kapatır. Bu durumu Ali çavuş hayatının günü olarak anlatırdı.(Ali EROL Kızılören)
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister kahve bahane

SANDIKLI’NIN MİHENK TAŞLARI...
KÖLENİN AHMET
AHMET DÖNMEZ
(1905–1969)

Yer Yer:
Sandıklı...
Ulu cami karşısı...
Camlı Kahve...
Sene 1960 lar. Kahveci Kölenin Ahmet. Nam ı-değer Köle Dayı.
Haybatlı müşterileri, Galimenin Hasan, Pirenin Abdullah, Hacı İddirik, Alionbaşı, Dilsiz, Nail amca, Ulu caminin Görevlileri, Baş efendi, Güççük Omar, Dividanların Yusuf, İbişleri Abdullah, Hocazadelerin Said, Balkanın Mehmet, Çebidelik İbrahim, Aleybeyoğlu, Hoşgörük Mustafa...., (Nur içinde yatsınlar) daha kimler, kimler. Sandıklı’nın bir dönemine damga vurmuş nev-i şahsına münhasır insanlar. Hep ağır adamlar.

Köle dayı doğru laf eder, dürüst laf eder, Sağlam konuşur. Efendi adamdı girişken ve hazır cevap nüktedan idi. Köle dayı laf olsun diye konuşmazdı. Bilmediğini laf etmez. Bildiğini söylemekten geri kalmazdı. Dolayısıyla kölenin ağzına düşmeye gör denirdi.
Acele edip hemen çay isteyene eğer çay demlenmemişse çay yok der. Çay iyice demlenmeden çay vermez oluversin de demezdi. Kendisi beğenmeyince çayı beğenmedim de der. Köle dayının esas müşterileri ona çay istemez o olunca çaylarını verirdi. Bazen müşteriler ayrı, ayrı kahveye girer. Köle ağalar kahve içer der. Kahve içeceğini beyan ederlerdi. Bir kahve közde ateşe konur. Bu süre geçince ikincisi kahveye girer. Köle ağalar kahve içer der. Oda başka köşeye oturur. Derken üçüncü şahıs. Köle kızar ocakta üç ayrı cezve karıştırırken ‘’ikisi bi araya gelmez bu adamların, üçü bi araya gelmez bu heriflerin’’ diye kızgınlığını beyan ederdi. Kahve şiparişini verenlerde üç ayrı köşeye oturur. Kıs, kıs gülerlerdi.
Çay güzel demlenince
Çaylar demli
Atlar gemli
Üç kepçe şekerli diye bağırır.
Hala şeker isteyen olursa çok tatlı istiyorsan Halvacı İbanaya git havla ye derdi.

Köle Dayı sabah ezanı okunurken kahveyi açar, namazdan çıkan müşterilerin çayı hazır olurdu. Öyle görmüş, kendinden sonrakilere öyle aktarmıştı. Acıvanın fırından sıcacık pideler alınır, Hocazedelerden vita yağı gelir pidelere sürülür mis gibi çayla mermer masalarda kahvaltılar edilirdi. Arkasından cigaralar sarılır sohbet ve takılmalara başlanırdı.
Muhabbet tavsadımı, müşteriler bıdırdanmaya başlar, kaş göz hareketleri ile sıra kahveci köleyi kızdırmaya gelirdi.

Başlanırdı dedikodu kazanı kaynatılmaya. Çok geçmeden o gür ses patlardı.
—Kimse kimsenin işine karışmayacak.
Kahvede halkın diline düşen bu deyiş böyle doğdu:
—Kölenin emri var kimse kimseye karışmayacak
Ortada para muhabbeti varsa yine aynı ses:
—Herkes parasını hela da sayacak.
Kahkahalar arasında çaylar tazelenir keyifle içilir günler böylece
Sürer giderdi.
Yatsı namazından gelen müşteriler çayını içip biraz fazla
Oturduklarında
—Herkes yatsıdan sonra evine gidecek
Diye vaktin erdiğini söylemeye çalışırdı.
Zaten müşterilerde;
Uyku geldi bedene
Çağırın döşeği edene
Allah razı olsun kalkıp gidene
Diyerek usuldan, usuldan da kalkılırdı.

Bir de Müşterilerden Karacaören'li Sebzeci Bayram amca vardı. Köle dayının müşterilerdendi. Sırf Köle dayının çayını içmek muhabbete dâhil olmak için gelirdi. Bayram amca çok zaman çayı höpürdeterek içerdi. Görenler sanki çay iki höpürdetmede bitti. Ama her höpürdetmede yarım parmak ya içildi ya içilmedi olurdu.
Höpürdeterek çay içerken, Bazı müşteriler de, Köle tulumba borusu su kaçırıyor diyerek takılırlardı. Bazıları da ocasönmeyesice (ocağı sönmeyesice) diyerek söylenirlerdi. Bazıları da paçasına tiysirdiğim Bayram'ası bi çay sen içiyon gayim diye serzenişte bulunulurdu. Herkes bir âlemdi. (Ulu cami İmamı M. Başpınar)
Köle dayıya bir yabancı gelip amca şu adresi arıyorum dese/sorsa. Hemen işi bırakır sorulan adresi göstermeye kapısına kadar gider gösterirdi..
O zamanın aydın takımı ocağın yanında tekli masa vardı oraya oturur dini sohbet ederlerdi. Diğerleri de dinlerdi. Genellikle yatsı namazından sonra yarım saat filan çay içilir cennet cehennem sohbeti olur. Derin mevzulara girilirdi. Zamanda yolculuk ederlerdi.
Onları diğer masalar can kulağı ile dinler. Lüzumsuz gavaralar kesilir. Hiç çıt çıkarmazlardı.

Bide hepten matrak başladı mı kahve gırıla giderdi. Kimse kimseye lüzumundan fazla yüklenmezdi. Ama herkes şakasını anlayacak taşıyacak kişiye yüklenirdi. Bilirlerdi Sen ne söylersen söyle, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır diye. Halin dilini anlar, Lafın arkasını önünü düşünür, her günü bir bilmezlerdi. Bilirlerdi bir insanın bir eşek zamanı vardır bir de eşref zamanı.

Köle dayının kendi efradı bir araya geldi mi? mutlaka siyaset konuşurlardı. Siyaset konuşmak köle dayının çok hoşuna giderdi. Siyasetten hoşlanırdı.

Bir dönem muhabbet Su konusunda yoğunlaşmaya başladı.
Köle Suyu olarak anılan suyun Sandıklıya getirilme çalışmaları, Planları Köle dayının kahvede yapıldı. Köle dayı Karacaören Köyünün harman yerinden bazen orası fotbol sahası olarak ta kullanıldı. Su açılan kanallar ile depoya oradan da Hisar ve Cuma mahallesine Pink borular ile getirildi. O zamanlar suyun güzergâhında bulunan yortmaları açmak için zamanın gençleri boş zamanlarında zaman, zaman bila ücret zaman, zaman da 25/50 kuruşa çok çalıştık.(İ.Cinsel) Evlerde uzun zaman bu su kullanıldı. Bu suyun Sandıklıya getirilmesi için bizzat kendiside kapı, kapı para veya mal ürün topladı. Bu projenin hazırlanmasında ve icraatında köle hem maddi hem manevi bizzat öne düştüğünden halk o suya ‘’Kölenin su’’ diye isimlendirdi. Zamanla halk arasında ‘’köle suyu’’ olarak isim kaldı. Bu su şu anda Kızık yolu köprüsünün giderken sağ taraftaki çeşmeden ve kabak çeşmesinden akmakta olup hala faal durumdadır. Zaman içinde yortularının temizlenmesi ile su akmaya devam edecektir.

Hacı iddirik sürekli arabayla şehri dolaşır, “Ne verirsen elinle, o da gider seninle” diye hayır toplar, Pazartesi günleri toplananlar satılır su parası olarak kasaya konurdu.
Kölelerin Ahmet Lakabı, zamanında yanında köleleri olduğu için söylenir olmuş. Ve kısalarak “Kölenin Ahmet” olarak son şeklini almış.

Kahvenin müşterileri hep yaşlı insanlar olduğu için, yeri geldiğinde Köle dayı karşıdaki meyit taşını göstererek,
—Burası son durak. Buradan sonra gideceğimiz yer orası diye bir sonraki yeri işaret ederdi.
Köle dayı meyid taşını gösterince müşterilerin mılığı yıkılır, nezgin hale düşerlerdi.
Köle dayı takaze verme Allah aşkına, derlerdi.
Bütün bu konuşmalar gülüş çığrış içinde söylenir havaya uçardı. Ama şimdi düşünüyorum da hepsi mesaj yüklüymüş.

Bir gün cebimde bütün 2.50.TL ile kölenin kahveye girdim. Amca bi çay dedim çayımı masanın birinde oturdum içtim. Yorgunmuşum biraz dinlendim. Kahveden ayrılıyordum ki bütün 2.50.lirayı verdim amca bi çay deyince köle bana kızdı.
—Al len paranı. Her yanı vereceğin 10 kuruş. Para üstünü nereden bulayım ay oğlum. Bir dahakine bir çay parası fazla veriver. Dedi. Hakikaten şimdi düşünüyorum da çok ayıp etmişim. Doğrusu bozuk para vermem gerekiyormuş. (H. MUTLU 1946)
1964 Seçimlerinde köle dayı Çay Mahallesi muhtarlığını kazandı. Daha sonuçlar açıklanmadan kahvenin önünde davul çalmaya başladı. Kazandıktan sonrada o gece Kırata binerek şehri dolaştı. Tabi arkasında koca bir kalabalıkla. Tam bir hoşgörü gecesiydi.
Bu insanlar ve dönemleri kendi güzellikleri, sıkıntıları, mutlulukları ve yaşam biçimiyle geldi ve geçti. Mekânları Cennet Olsun. Köle dayı Ahmet DÖNMEZ 28.03.1905 Doğumlu olup 01.11.1969 yılında vefat eder. Hepsine Allah Rahmet Eylesin.

Kaynak: Torunu Ahmet Dönmez ve Dükkân komşuları.
SANDIKLININ MAHALLE SAYISI NEDEN AZ.
29 Mart 2009’da muhtar seçimleri oldu. Bu muhtar seçimlerinde ilçemizde baya bir hararetlilik yaşandı. Sandıklı nüfusu 2007 sayımlarına göre 34.000 dir.
Mahalle sayısı ise 8 dir. Sandıklı ilçesinin herhangi bir mahallesi Afyonun ilçelerinin birçoğundan fazladır. Sandıklı’nın mahallesinde bulunan seçmen sayısı birçok ilçenin nüfusu kadardır.

Sandıklı ilçesi Afyonkarahisarın nüfus olarak en büyük ilçesidir. Mahallesine düşen nüfus ortalama 4.250 dir.
Çakır mahallesi ve Ece mahallesinin nüfusu Dazkırı, Çobanlar, Sinanpaşa, Başmakçı ilçelerinden bile fazladır. Kızılören, Hocalar, İhsaniye, Bayat, Evciler, Sultandağı, Başmakçı, gibi ilçelerin neredeyse iki katı kadardır. Ama muhtarlıktır.
Bunlar
Hisar mh. 3.450 nüfusu var
Cuma mh. 3.890 nüfusu var
Çay mh. 3.300 nüfusu var
Çakır mh. 8.153 nüfusu var
Ece mh. 5.901 nüfusu var
Şirinevler mh. 2.780 nüfusu var
İstasyon mh. 1.809 nüfusu var
Yunusemre mh. 3.890 nüfusu var

Afyon nüfusu………. 138.971 (2007 sayımı) mahalle sayısı…..….. 81
Bolvadin nüfusu…… …31.215 (2007 sayımı) mahalle sayısı…..….. 49
Emirdağ nüfusu……….18.219 (2007.sayımı)...mahalle sayısı….……10
Çay nüfusu ……… ….14.786. (2007 sayımı) mahalle sayısı… ……15
İscehisar nüfusu………11.148 (2007 sayımı) mahalle sayısı.….……10
Dinar nüfusu…………..22.652 (2007 sayımı) mahalle sayısı…...…..5
Şuhut nüfusu………….11.461..(2007 sayımı)…mahalle sayısı………12
Başmakçı nüfusu……….5.585 .(2007 sayımı)..mahalle sayısı.……….8
Sinanpaşa nüfusu… …..3.776 (2007 sayımı). mahalle sayısı…….….8
Çobanlar nüfusu……….8.202.. (2007 sayımı).mahalle sayısı……..…9
Dazkırı nüfusu…………4.327 ..(2007.sayımı) mahalle sayısı.……….6
İhsaniye nüfusu………..2.134…(2007 sayımı) mahalle sayısı……….4
Hocalar nüfusu………..2.270…(2007 sayımı) mahalle sayısı………..3
Kızılören nüfusu………1.686…(2007 sayımı) mahalle sayısı……….2
Bayat nüfusu……….....5.324….(2007 sayımı) mahalle sayısı………..4
Evciler nüfusu………..4.199…..(2007 sayımı) mahalle sayısı………..4
Sultandağı nüfusu……6.081….(2007 sayımı) mahalle sayısı………..6
Sandıklı nüfusu ……...34.000...(2007 sayımı) mahalle sayısı……..…8
Yukarıdaki listede görüldüğü gibi
Bolvadin 49 mahallesi ile 31.215. nüfusu vardır. Mahallelerine ortalama 600/650 nüfus düşmektedir.
Emirdağ ise 18.219 olan nüfusu ile 10 mahallesi vardır. Mahalle nüfusu 1.821 kişidir. Çay 14.786 nüfusu ile 15 mahallesi vardır. Mahalle nüfusu 985 kişidir.
Şuhut 11.461 nüfusu vardır.12 mahallesi mevcuttur. Mahalle nüfusu ortalama 950 civarındadır. Bu hesaba çok misal verebiliriz.
Mesela beldelerimizde bile nüfusa göre muhtar sayısı fazladır.

Akarım 2257 nüfusu var 3 mahallesi var
Kızık 1116 nüfusu var. 3 mahallesi var
Sorkun 986 nüfusu var 4 mah
Örenkaya 1546 nüfusu var 2 mah
Kusura 1307 nüfusu var 3 mah
Karadirek 967 nüfusu var 3 mah
Başağaç 891 nüfusu var 3 mah
Yavaşlar 1016 nüfusu var 3 mah
Ballık 1154 nüfusu var 3 mah.
Menteş 890 nüfusu var 2 mahallesi var



Sandıklı ilçesinin mahalle nüfusları yoğundur. Muhtarlar mahalle sakinlerini tanıyamayacak kadar kalabalıktır. Birçok muhtarımız mahalle nüfusunu bilmiyor.

Muhtarın mahallesine hâkimiyeti de ortadan kalkmaktadır. Dolayısı ile mahalle sorunları arasında muhtar boğulmaktadır. Şayet sorunlara çare ararsa….
Muhtarlar mahallede yapılan, yürütülen hizmetlerle ilgili görüş bildirmesi gerekmektedir. Mahallesinin sorunlarını da görüş belirtecek kadar bilmesi gerekir.
Mahalle ve sokak levhalarının zaman zaman kontrol ederek eksik ve bozulmuş olanları belediyeye bildirerek yeniletmesi gerekmektedir. Mahallede bulunan yaşlı ve kimsesizleri muhtaçları takip etmek onlara yardımları ulaştırmak görevidir. İsteyemeyen gizli ihtiyaç sahiplerine sahip çıkmak gibi yapması gerekenler yanında resmi dairelerle olan ilişkileri de zamanında yapması gerekir. Muhtarlar resmi dairelerle sıkı diyaloga geçip, sık sık ziyaretlerde bulunmalı.
Sandıklı ilçesinden daha az nüfustaki ilçelerin mahalle adedi bizden çok ise niye bizim mahalle adedi az olsun. Takibi kolay olması için muhtarlıklarında belli nüfus sayısında olması gerekir.

Bu nüfus olarak değil de hane olarak 1000 fazla 300 haneden az olmaması 10.04.1944 tarih ve 4541 no lu kanunda belirtiliyor. Aynı tarihli kanunda apartmanlarda bir ailenin oturduğu her daire bu işte bir ev sayılır der.

Yani diyeceğim odur ki ilçemizin büyük mahallelerin yoğunluğu paylaşılsa hizmet daha rahat ve hızlı bir şekilde vatandaşa ulaşsa iyi olurdu.

Her mahallenin 5/6 muhtar adayı vardı. Mahallelerimizi bölseydik hepside ayan olur hevesini de alırlardı. Hem ayan olma hevesi olanlar için neden bu kısıtlanıyor. Bırakın ayan oluversinler. Biz bu düşüncelerimizi yazarken muhtarlık ücretin de veya tabanca merakında da hiç değiliz. Bazı rakamsal bilgileri herkes bilsin. Zaten mahalle muhtarları en az 7/8 dönem seçiliyor. Buda 35/40 sene ediyor. Ayanlar seçildi mi ölesiye bu görevde kalıyorlar bu dönem bilgisayar falan zorunluluğu olunca yaşları da ilerleyince bazıları yeter dedi. Şaka bir tarafa… Faydalı olacağı düşünülürse yapılmasın da ne sakınca var. 12.04.2009
İstiklal Harbi Gazisi Hacı Hafız Hüseyin YILDIRIM’IN Hayatı

01.07.1890*22.11.1955



Birinci Dünya ve İstiklal Savaşı gazisi olan dedem; Koçgazili Yüzbaşı Hacı Hafız Hüseyin Yıldırım, 01.07.1890 yılında Sandıklı’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sandıklı’da bitirdikten sonra Muradin Camii yanındaki medresede Hacı Ahmet Keskinzade’den ders almış, daha sonra eğitimini tamamlamak için Uşak Karbasan medresesine devam etmiştir. Bir üst seviyede eğitimini sürdürmek için Bağdat’a gitme hazırlıkları içerisinde iken Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine yedek subay olarak İstanbulda’ki Harp Okuluna çağrılmıştır.
Çanakkale, Romanya, Galiçya cephelerinde savaşmış, defalarca ağır yaralar almıştır. Daha sonra İstiklal Savaşı’nda Batı cephesindeki tüm savaşlara katılmış, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları, Eskişehir Kütahya Savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz Başkomutanlık Meydan Muharebelerine katılmıştır. Aldığı yaralar nedeni ile malulen yüzbaşı rütbesi ile emekliye sevk edilmiştir.
Sonraki yıllarda savaş anılarını derlemiş, 150 sayfanın üzerinde olan bu anılarını, ileride kullanılabilir düşüncesi ile 1955 yılında Genelkurmay Başkanlığına göndermiştir. Bu anılara ulaşabilmek için Genelkurmay Başkanlığı ile yazışmalar devam etmektedir.
Büyük Taarruz sırasında gösterdiği üstün başarıdan dolayı aldığı takdir belgesi bizzat Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından imzalanmış olup şu anda Genelkurmay Başkanlığı müzesinde bulunmaktadır. Ayrıca İstiklal madalyasının yanında Alman Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devletleri’nce verilen nişan ve madalyaları da vardır.
İstiklal Savaşı yıllarında tanıştığı Ispartalı Sıhhiye Bölüğünde Teğmen Ahmet Hüsrev Efendi ile dostlukları ölünceye kadar devam etmiştir. Hüsrev Efendi’nin “O çok kahraman bir insandır.” dediği dedem, 22.11.1955 yılında Sandıklı’da vefat etmiştir. Cenazesi yıkanırken vücudunun değişik yerlerinde 42 kurşun yarasının olduğu cenazeyi yıkayanlar tarafından da görülmüştür.
Mezarı, İstiklal Savaşı yıllarındaki yakın dostu ve silah arkadaşı olan Miralay Reşat Bey’in asri mezarlıktaki anıt mezarının hemen sağ tarafındadır.
Bu vesile ile şehit ve gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anarken onların aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor ve dedemin anılarının bir kısmını kendi ağzından ve kendi kaleminden naklediyorum.

Tahir YILDIRIM
Emekli Tarih Öğretmeni

“Osmanlı Devleti’nin Birinci Cihan Harbi’ne girmesi ile birlikte hizmet-i maksure erbabından olmak üzere 1330 rumi (1914 Miladi) senesi eylül ayında İstanbul’daki Mektebi Harbiyeye (Harp Okulu) sevk edildim. Gerekli eğitimlerin verilmesinden altı ay sonra teğmen rütbesi ile Çanakkale’deki 15. Fırka (tümen) 39. alay 6. tabur 1. bölükteki görevime başladım. Çanakkale Savaşları’nda bizzat aktif görevlerde bulundum. Bu esnada İngiliz ve Fransız filoları Arıburnu, Kabatepe, Seddülbahir ile Semendirek Adası arasında bulunuyordu. Arıburnu, Kabatepe ve Kumdere sürekli ateş altındaydı. Düşmanın yoğun ve acımasız ateşi vatan topraklarımızı cehenneme çeviriyordu. Duman, sis, toz ve barut kokusu, insan etinin kokusuna karışıyordu. Aman Allahım! Anlatılması gerçekten zor bir manzara idi.
22 Mayıs 1331 Rumi (1915) tarihinde çok şiddetli taarruzlar oluyordu. Fırkamız Miralay Mustafa Kemal’in fırkası ile yan yana savaşıyordu. Buradaki düşman taarruzları sırasında muhtelif yerlerimden müteaddit (birçok) yaralar aldım. Tedavimin yapılmasından hemen sonra tekrar aynı fırka ve bölükte savaşa devam ettim. Savaşlar olanca gücü ile devam ederken denizden ve karadan Çanakkale’yi geçemeyeceklerini anlayan İngiliz ve Fransız donanmaları, 1322 (1916) Kanunevvel ayı’nın (Ocak) 27. günü alaturka saat ile 10.00’da Anafartalar, Arıburnu, Kabatepe ve Kumdere cephelerinden çekildiler. ‘Çanakkale Geçilemez Destanı’ Türk zaferler tarihine bir kez daha altın harflerle yazılmış oldu.
Çanakkale’de bulunan fırkalar Uzunköprü civarındaki köylerde kışı geçirip mart ayında Bandırma yakınlarındaki Edimcik köyünde istirahat ettiler. Bu kısa istirahat sonrası fırkamla birlikte İstanbul Bakırköy’e geldim.
Fırkamız bir ay sonra Birinci Cihan Harbi’nde müttefikimiz olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Bulgaristan Devletleri’ne yardım etmek üzere ve alınan emir gereği Romanya’ya hareket etti. Edirne, Tırnova, Eskicuma, Varna yolu ile gittiğimiz Romanya’da Hacıoğlu Pazarcığı’nda harbe girdik. Fırka kumandanımız Şevki (Doğan) Bey’di. Fırkamızın görevi Tobriç ovasını geçip Müneverce ve Tırnova şehirlerini işgal etmekti. Bulgaristan ordularının yedi aydır alamadıkları bu bölgeyi üç günde sekiz binin üzerinde şehit vererek süngü hücumu ile aldık ve Romanya’yı işgal ettik. Bu görevi başarı ile yerine getirdiğimiz için fırkamıza 15 gün istirahat verildi.
İstirahat bitiminde karşımızdaki Rus Çarlığının 17. Sibirya kolordusuna karşı amansız bir savaşa giriştik. Bu savaşta da muhtelif yerlerimden yaralar aldım. Üst üste aldığım ağır yaralardan dolayı Babadağı Ortaköy Alman Mecidiye Hastanesinde tedaviye alındım. Burada tedavim sürerken kendi devletimizin gönderdiği Hilali Ahmer (Kızılay) Hastanesine, bir ay sonra da İstanbul’daki Kulelidibi İngiliz Bahriye Hastanesine nakledildim. Buradaki tedavime müteakiben Harbiye Heyeti Sıhhiyesince (Sağlık Kurulu) yaralarım dikkate alınarak hizmeti maksureye (geri hizmete) alındım.
Bandırma’daki 5. ordu askerî hapishanesi müdürlüğüne atanıp bir süre burada görev yaptım. İstiklal Savaşı’nın Batı cephesinin oluşturulduğu yıllarda hapishane lağvedilince 23. fırka emrine verildim. Birinci ve İkinci İnönü Muharebeleri’ne katıldım. Hemen burada küçük bir anımı aktarayım. İnönü mevzilerinde muharebe esnasında birkaç askere tepeye çıkıp Yunan ordusunun durumunu gözetlemelerini emrettim. Askerlerin bir an tereddüt etmeleri üzerine hemen atıma atladım ve atımı tepeye, zirveye doğru sürdüm. Tepeye çıktığımda boynumdaki dürbünle Yunanlıları tam izlemeye alacaktım ki Yunan mitralyözü (makineli tüfek) amansız bir şekilde ateşe başladı. Dizlerimden ve göğsümden yaralanıp attan düştüm. Bilincimi kaybetmeden kendi tarafımıza doğru tepeden aşağı yuvarlandığımı hatırlıyorum. Daha sonra sıhhiye erleri tarafından revire götürülmüşüm. Sıhhiye Bölüğü Teğmeni Ahmet Hüsrev Efendi ihtimamla bakımımı üstlenmiş. Böylece çok iyi bir dostluk başladı. Bu dostluğumuz bütün harp boyunca ve harpten sonra da devam etti.
Elma Dağı’ndaki Yunan müfrezelerine saldırıda bulunarak onları geri attık. Fırkamız Çöğürler ve Nasuh Çayı taarruzuna muntazaman iştirak edemediğinden geçici olarak beşinci Kafkas fırkası emrine bölüğümle birlikte intikal ettim. Fırkamızla birlikte topluca Kütahya dağlarından Eskişehir dağlarına atladık. Ordumuzun bakiyesi Eskişehir ovasında toplandı. Burada Yunanlılara büyük bir darbe vurmak amacı ile taarruza geçtik. Ne yazık ki bu taarruz akim (sonuçsuz) kaldı. Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar Yunanlıların eline geçince Sakarya’nın doğusuna çekildik. Bu arada ikinci defa olmak üzere 23. fırkanın emrine verildik. Fırka kumandanımız Yarbay Ömer Halis Bey (Bıyıktay), alay kumandanımız ise Arnavut Besim Bey idi.
Sakarya Meydan Muharebesi başlayınca Beylik köprü cephesinde savaşa katıldık. Sakarya’daki şiddetli Yunan taarruzu 15–20 gün sürdü. Yunan birlikleri Sakarya Nehri’ni geçerek Ankara’ya doğru yürüyüşe geçtilerse de şiddetli bir direnişle bu saldırıyı durdurduk. Fırkamız 15 ve 57. fırkalarla birlikte hareket ederek Çekirdeksiz köyü civarındaki taarruzumuzla birlikte önce düşmanı durdurduk, sonra da Sakarya’dan batı yönünde Afyon istikametinde Yunanlıları kovaladık. Bu savaşta da aldığım yaralar nedeni ile Ankara Hastanesine nakledildim. Tedavimden sonra fırkamı Emirdağ Bayat nahiyesinde bularak bölüğümün başına geçtim. Bir müddet sonra Bayat’tan hareket ederek Afyon- Şuhut cephesindeki yerimizi aldık. Bu cephede bir yıla yakın bekleyerek büyük taarruz için gerekli tüm hazırlığımızı yaptık. 1338 yılı ağustosunda (26 Ağustos 1922) tüm cephe boyunca taarruz emri verildiğinde fırkamız da harekete geçti. 26-28 ağustosta çok kanlı çarpışmalar yaşandı. Afyonkarahisar düşman işgalinden kurtarıldı. Fırkamız aldığı emir gereği Tınaztepe’nin sağındaki tepeye taarruz etti. Miralay Reşat Bey ve birliği yan tarafımızdaki tepelere taarruz etmekte idi. Düşman bu bölgede şiddetle direniyordu. Kayıplarımız had safhaya ulaşmıştı. Şehit ve yaralılarımız sayılamayacak kadar çoktu. Daha sonra topçu bataryalarımız devreye girdi. Toplarımızın sürekli ateşi ile düşman siperleri hallaç pamuğu gibi atıldı ve yerle bir oldu. Neye uğradığını bilemeyen düşman Tınaztepe’nin sağında bulunan Çamlıdere’ye döküldü. Bu arada ordumuza büyük kayıplar verdiren düşmanı tamamen imha etmek maksadı ile komutanlarımdan emir almadan bölüğüme taarruz emri verdim. 500 metre ilerideki düşmanın gizlendiği geniş vadiyi ateş altına aldırdım. Vadideki düşman birlikleri ölü ve esir olmak üzere tamamen yok edildi. Komutanlarımdan emir almadığım hâlde taarruz emri vererek zapt ettiğim tepeyi dürbünle tarassut eden (gözetleyen) ve arkamızdaki hatt-ı bela üzerinde bulunan Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, diğer komutanlara taarruz emrinin kim tarafından verildiğini sormuşlardır. Kumandanlardan İsmet Paşa, İzzettin (Çalışlar) Paşa, alay komutanım ve özellikle tabur komutanım Ziya Beyler ‘Biz emir vermedik.’ demeleri üzerine Mustafa Kemal Paşa çok duygulanmış ve bu durumu yanındaki yaverine not ettirmiştir. Bu memnuniyetini harp bitiminde 600 lira nakit para ve takdirname ile taltif etmişlerdir.
O gün hiç unutamadığım an; tepe taarruzu sırasında akşam karanlığı çöktüğü esnada şehitlerimizin birikmiş kanları üzerine ay ve yıldızların şavklarının vurduğu andır. Sanki şanlı bayrağımızı görür gibi olduğum zamandır.
Buradaki taarruz sırasında her iki ayağımdan mitralyöz ateşi ile yaralandım. Ama o vadi de düşmana mezar oldu. Savaş bittikten sonra tedavi için önce Şuhut Hastanesine, oradan Afyon, daha sonra Konya Hilal-i Ahmer Hastanesine, oradan da Bursa Hastanesine nakledildim. Tedavim mümkün olmadığından Ankara da ki Cebeci Hastanesine sevk olup oradan altıncı dereceden yüzbaşı rütbesi ile malulen emekli edildim.
İstiklal Savaşı öyle bir duygu, öyle bir ruh, öyle bir davadır ki o bayraktır, o vatandır, o millettir, o şereftir, o şandır! Aldığımız bunca yaralarda bize en büyük nişandır! Bu nedenle boşuna akmadı bunca kan, boşuna verilmedi binlerce can! İşte, böyle kurtarıldı bu vatan!..”
Vatan size minnettardır. Nur içinde olun aziz büyüklerimiz. Keşke herkes anılarını yazsa idi. İstiklal harbi anılarını konuşurken Tahir hocam anlattı bizde hocam bunları bize yazılı olarak versen dedik. Sağ olsun oda yazılı verdi.
Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer.

ANADOLU YUNUSTUR

Anadolu Yunustur şiir şöleni ardından
Ülkemizin değişik yerlerinden gelen şairler arasında daha önce ilçemizde öğretmenlik yapan M. Hanefi İSPİRLİ dostumuzun da olduğunu öğrenince katılmak artık vacip oldu dedik. Erzurum’dan Anadolu Yunustur şiir şölenine katılan Arkadaşımız Dostumuz Hanefi’yi dinlemek için Yeni yapılan Park Otele gittik.
Gece için ilçemize 35 civarında şair katıldı. Bunlar Ankara Elazığ, Diyarbakır, Gümüşhane, Mardin, Erzurum gibi uzak yakın yurdun değişik yerlerinden katılmışlardı. Şairlerin dünyası gerçekten farklıdır biliyordum. Evet, farklı olduğunu bir kez daha gördüm. Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayan kişilerdir veya öylediler.

Şiir gecesi özel getirilmiş bir bayan sunucunun takdimleri ile başladı. Ama sunucuyu gecenin mahiyeti ve Yunus ile bağdaştıramadık. Anadolu Yunustur da, Yunus torunları bu kadar da değildir. Doğrusu kıyafeti ile gecenin önüne geçmesinden hiç haz olmadım.
Gece ilk önceleri çıkan şairler 3–4 hatta beş şiir okuyarak başladı. İlk önce takdim edilenler mikrofonu alınca bırakmak istemediler. Yaren çavuşunun ben 25 kuruşa konuşurum 100 kuruşa susmam sıkılınca hatırlatın emi derdi. Bunu onlara da birileri hatırlattı. Zamanın yetmeyeceğinin farkında değiller miydi bilmiyorum. Ama daha önceleri de bunun gibi şiir şöleni gördük. O zamanda bazıları kendinde ayrıcalık görerek 4-5 şiirini okuyarak zamanı harcadılar. Diğerlerinin açıktan sitemini aldılardı. Şairler ince ruhlu insanlardır. Evet, ama birbirlerine karşıda tahammülleri hiç yok. Tabii ki onlarında etten kemikten olduğunu düşününce bir şey diyemiyoruz.

Şair kendi şiirini güzel okuyamaz derlerdi. Yâda şair şiir yazar, şiir okuyamaz derlerdi bilirdim. Ama kendi şiirini güzel okuyanda vardı. Hemşerimiz Afyonlu Şair Ali AKÇEKEN bunlardandı. Önümüzde ki bayan şiir güzeldi, güzel de okudu dedi. Yemen isimli şiirde güzeldi. Kimi şair memleket vatan millet derken kimi şair aşk sevgi sevgili, kimi şairde hasret ayrılık hatta ölüm gibi konuları işlemiş. Erzurum’dan Sadece bir şiir okumak için ilçemize davet edilen dostumuzu da şiirinden sonra ayakta alkışladık. Hanefi biraz fazlamı alkış aldı ne. Herhalde izleyiciler arasında öğretmenler çok olması hasebiyle tanıyanı çoktu kendiside uzun zaman önce Sandıklı da öğretmen olarak görev yapmıştı dedik. Ama onunda şiir okuması fevkalade idi. Şiir gecesinde bu kadar şair olması hepsinin de bir gecede şiir okuması sıralama sorunu açısından problemli oldu.
Bu arada ilçemizden de şairler vardı, şimdi çıkar derken onları göremedik. İlçemiz şairlerinin de şiir kitapları mevcuttu. Bestelenen şiirleri vardı. Tabi mum dibine ışık vermezmiş. Âdetimizdir. Evdeki dana olmazmış boğa derler ya kendi değerimizi de bu ara unuttuk.
Şair, güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen bir kişi olarak kabul edilir ve saygı görür. Şiir büyülü sözmüş. Dinleyiciler de onlara gerekli alkışı verdiler sanırım. Biz öyle gördük. Şairlerimiz kitaplarını hep birbirlerine ikram ettiler. Bir de organize edenlere herhalde. Bu arada beğenen beğendiği şairin kitabını almak istese temin edemezdi. Çünkü satış olmadı. Satış olmayınca da imza merasimi gibi bir ortam doğmadı.

Şairler acayip insanlar aşk için her şey dediler.
Aşk= Ayrılmaktır, unutmaktır, karşılığı olmayan şeydir, acıdır acı çekmektir.
Aşk= yağmurlu gecede kaldırımlarda yalnız yalın ayak yürümektir.
Şair duygu selidir. Yıldızları evirir çevirir. Ay yasağı olan ülkede dolaşır.
Kimi Şair yok olmayı göze alır sevgili de yeniden doğmak için
Kimi şair seviyi gözlerinde saklarken,
Orhan Veli’de canı sıkılmış iki paket cigara içmiş
Şu aşk neye kadir değil ki
Şairin şiiri artık halkın malıdır derler,
/*******************/****************/******************/
Daha sonra Elazığ Belediyesi Kürsübaşı korosu konseri ve halk oyunları ekibinin gösterisini ve Kültür Bakanlığından Elazığ ve Sivaslı sanatçılardan türküler dinledik. Anadolu’nun yanık sesli sanatçılarının söylediği türkülerle izleyiciler değişik bir gece yaşadılar. Elazığlı Afyon eski belediye başkanı, Elazığlı Sandıklı eski mal müdürü, Elazığlı ve Sivaslı türkücünün Elazığ yöresine has halay çekmesi oyunları gerçekten hoş oldu. Çok beğeni kazandı. Gecenin güzel anlarından birisi idi.
/**********/****************/****************/****************/
İkinci gün yarenleri seyrettik. Yarenlerde görev alan misafirler unutamayacakları bir gün yaşadılar. Halk oyunlarımız, türkülerimiz, orta oyunlarımız beğeni ile izlendi. Orta oyununda söylenen tekerlemelere izleyicilerden de katılım olması oyuncular ile izleyicilerin bütünleşmesine vesile oldu. Bu da gecenin güzel taraflarından birisi idi. Bu arada Yaren çavuşunun elinde ki turayı hata yapana vurmasını yadırgayan izleyiciler vardı. Acımasız vuruyor diye şiddet içeriyor zehabına kapıldılar. Her ne kadar onun içinde pamuk var ses çıkarır ama acıtmaz desek de inandılar mı bilmiyorum. Ama tura da yarenlerin bir parçasıdır.
Sahne kılıç kalkan oyununa göre olmasa da Kılıç kalkan oyunumuzu seyretmek zaten başlı başına bir zevktir. Yarenlerin geleneksel en iyi performans gösteren misafire verdiği plaketi eski mal müdürü Bülent OĞRAŞ’a vermeyi tercih ettiler. O da ne sevindi ya. Gecedeki yarenlerin programından izleyiciler de, park otel müşterileri de Anadolu Yunustur misafirleri de memnun oldular. Anadolu Yunustur etkinliğine Yarenler ayrı bir renk katarak büyük alkış aldılar. Program bitimi ile otelden ayrılmaları ile Tanış olmak isteyenler onları tanıyamadılar. Her ne kadar çavuş birer, birer üstün körü yarenleri tanıtsa da.
/************/**************/**************/*
Kısa bir aradan sonra Esat Kabaklı sahne aldı. Her zamanki gibi sazı ile konuştu. Herkese şimdiden tavsiyem mutlaka bir saz çalabilmeli insan, bilmiyorsak çocuklarımıza bunu öğretmek için kurslarına falan göndermeliyiz. Belki de Saz çalmak Allah vergisi içten gelecek demi....
Esat abi ile adettendir bizde fotoğraf çektirdik. Onu çok zaman dinledim. Bu seferde büyük zevk ile dinledim.
Dinleyiciler onunla lambada titreyen alevi üşüttü.
Tuna nehri akmam derken
Karadeniz türkün bayrağına baktı,
Esat abi, çocuğuna nasihati ile coşkuyu zirveye taşıdı
Senden gider sonsuzluğa yol oğlum
Dört bir yana salmalısın kol oğlum
Ekmeğini aç olanla böl oğlum
Haram Yeme hak uğruna öl oğlum
Çabuk büyü çabuk yetiş tez oğlum
Çakal gezen şu dağlarda gez oğlum
Gez oğlum vatanına göz dikeni ez oğlum
Dostun kim düşmanın kim sez oğlum
Tarihini şerefinle yaz oğlum yaz oğlum
Diyerek nasihatine bizde gönülden iştirak ettik. Arada Esat abiden şiir dinlemekte güzel oldu. Derken sürgün, Yol yemez, Tanrıdan diledim, Çanakkale türküsü, Er meydanı, Türkiyem, Sarıkız, Karahisar kalasi yıkıldı. Herkes ayakta alkışlarken kimilerinin ise parmakları konuştu. Halk sanatçısı halkın sanatçısıdır. Kolay, kolay halk sanatçısı da olunmuyor herhalde. Sanatçıda halkın muteber saydığı kişilerden seslerden ve icrasından doğuyor. Zaman bir su gibi aktı geçti. Saat olmuş 23.30 Yukarıda ki nasihati çocuğumuza tekrar ederek geceye noktayı koyduk.

Bu vesile ile Park Otel’e katkılarından dolayı da vatandaş olarak teşekkür ederiz. Herhalde sahnenin arkasına Sandıklı Park Otel yazdırırlar amblemlerini korlar. Birçok kişi fotoğraf çekti. En azından mekân kendiliğinden fotoğrafta yer alırdı. Reklam canım işte
Birde gelenler arasında yerel gazetelerde köşe yazarları varmış. Misafirlerimizin gazetelerine köşe yazılarını göndermede internet sıkıntısı oldu. Bu kadar güzel bir otelin bir köşesinde birkaç bilgisayar olmalıymış. Bunun eksikliğini de Park otel yetkilileri giderirler sanırım.

Böyle etkinliklere gelenler sahnede şiir okuyan veya konuşan hatip ya da birisi bir şey icra ederken iki kişinin sohbet etmesi kadar kaba bir şey olamaz. Sükûnete davet edeni de tersleyen yine ne acıdır ki bizim insanımızdı.

Güzel şeyler oldu. Misafirler arasında eski bir dostumuzun olması ile Âcizane (birinci gün şiir gecesine ve Elazığ Belediyesi Kürsübaşı korosu konseri ve halk oyunları ekibinin gösterisini, ikinci gece ise yarenlerin programdan sonra Esat abi’nin gecesine) misafirin yanında katıldık. Bu etkinlik neticesinde dostlar edindik. Elağız’dan Yurdal DEMİREL beyi tanıdık. Kendisi hem şair hem yazar idi. Güzel sohbetimiz oldu.

Organizasyonun eksiği halkın katılımının olmaması idi. Yapılan bu etkinliklerde halkı mutlaka etkinliğe dâhil etmenin yolları aranmalı bulunmalıdır. Her ne kadar belediye hoparlöründen davet edinilse de. Bilbortlara davetiye asılsa da öyle ilanlar kabul görmüyor. İnsanımız davetsiz yere kolay, kolay gidemiyor. Biliyor ki davetsiz yere sokulursa hırsız olarak girmiş ve çapulçu olarak çıkmış olacak. Denir ki çağrıldığın yere üşenme, çağrılmadığın yere gözükme diye.
Öğretmen camiası görevli olarak hizmet ettiler. Programı güzellikle servis ettiler. Onları tebrik ederiz.

Organize demek ki böyle olmuyormuş. Yapılan bu etkinliğin daha çok kabul görmesi için halk olmalıydı. Halkın ayağına gidilmesi gerekiyorsa gideceğiz. Davet edeceğiz. En azından halk önderlerinin gelmesi sağlanmalıydı. Onlar gelirken yalnız gelmezler etrafını toplar gelirlerdi. Sonra bu gibi etkinliklerin reklamı neden olmuyor. Bir firma malını satmak için kapı, kapı dolaşıyorsa. Ürünü evlere servis ediyorsa bizde halkı böyle etkinliğe katmak zorundayız. Efradını cami, ağyarını mani olur. Böylece etkinliğinde bir eksiği kalmazdı. Bu kadar güzel bir etkinlikte sandalyelerin boş kalmasına gönlümüz razı olmamalıdır. İlgililere yinede teşekkür ederiz.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

paşa bizi harbe sokma

Takazların
Ummuhan Ana
UMMUHAN HARMANCI
TAKAZ YUNUSUN ANASI

Paşa bizi harbe sokma
II. Cumhur reisi İsmet paşa Anadolu turnesine çıkar. Halkın durumunu öğrenmek ister. Sandıklı’ya geldiğinde istasyon da halk İsmet Paşayı coşkulu bir kalabalıkla karşılar.
İsmet paşa Cumhur reisidir. Sandıklıya tren geldiğinde iner ve kalabalığın arasına dalar. Şöyle bir bakar ki bir nine ona
—Oğlum İsmet hoş geldin paşam der.
İsmet paşa ona, kadına döner.
—Ana bir isteğin var mı? Diye sorar.
Ümmühan ana
—İsmet paşam, oğlum, bu milleti bir daha harbe sokma, Milletin hali dermanı kalmadı oğlum..... biraz konuşur...
İsmet paşa beraberinde gelen paşaları yanına çağırarak
—Bakın bu anamız ne diyor der.
Ümmühan ana
—Oğlum bu milleti bir daha harbe sokmayın. Yoksa sonumuz olur. Yavrularım.. Der
İsmet paşa Ummahan ananın omzuna dokunarak tamam ana tamam der.
O tarihlerde İngilizler Yeni kurulmuş Türkiye’nin harbe girmesini çok istemektedir. Ama İsmet paşa Allahın izni ile bu milleti tekrar harp cenderesine sokmamıştır.
Ummahan ananın bey’i ve iki erkek kardeşi istiklal harbinden geri dönmeyenler arasındadır. Şehit eşi ve şehit kardeşidir. Aileden harbe gidip geri dönmeyen şehit olanların yakınları işlerinde ve ekonomik olarak ta çok zorlandıkları bilinir. Bunu yaşayanlar iyi bilir. İsmet paşa’da Ümmühan ana da O zamanki milletin durumunu da devletin durumunu da, askerin durumunu da iyi bilenlerdendir.
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.
Ruhları şad olsun. 21.03.2008
(Kaynak: Muammer HARMANCI, Ümmühan ananın torunu
Emekli Deniz Astsubay, SADIKLARIN, Mustafa PEKBEY,
Babı Yarenin Köşe İhtiyarı)

*/*/*/***/***/**/*/**/*/**//*/***/*/*/**







Takazların Yunus’un bahçeye harman zamanı koyun girer. Göveriyi tarumar eder. Takaz Yunus bu durumu görünce deliye döner. Koyunların sahibini tanır. Bir hışım mahalleye koşar. O sinirle koyunların sahibi olan eve varır.
Artık Allah ne laf verdiyse bağırır.
—hiç mi vicdan yok o domateslere, biberlere acımadan nasıl kıydınız...
Kansızlar vicdansızlar vs. vs. beklide biraz sinkaf konuşur.
Haklı olan Takaz Yunus amca meskene tecavüzden şikâyet üzerine hapse atılır.
Anası Ummahan ana torunu ile Hâkimin evine gider.
Kapıyı çalar. Hâkim beyin hanımı kapıyı açar ve buyurun der.
Ummuhan ana kızım biz hâkim beyle iki çift laf edecektik der.
Hâkimin hanımı gelenleri içeri alır. Salonda oturtturur.
Hâkim bey eşinin haber vermesi ile çıkar gelir.
Buyurun yenge deyince. Ummuhan ana
—hâkim bey oğlum, sen bizim oğlanı tutuklamışsın. İyi, güzel, hoş, amma, şu harman zamanı harmanı kaldırsak. Tahılımızı evimize kuysak. Oğlanın suçu sabitse ondan sonra hapsetsen. Bak biz iki hemşire bir de bu çocuk kaldık. Harman, harman yerinde kaldı. Harmanı kaldıralım da, ne edeceksen et. Deyince
Ummuhan anayı dinleyen hâkim.
—Yenge sen yarın 100 lira kefalet getir. Oğlunu bırakayım der.
Ummuhan ana hâkim beye teşekkür eder.
Ummuhan ana evine gitmeden. Mollaların Hacı Yunus Seyman’a varır.
Evinden aşağı çağırır. Yunus amaca iner aşağı buyur Ummuhan bacı der.
Hacı Yunus bana 100 lira gerekli durum şöyle, şöyle deyince Hacı Yunus 100 lirayı verir.
Takaz Yunus 100 lira kefaretle serbest kalır. Ümmühan ana oğlunu hapisten çıkarır.
İşte şehit yakınının sıkıntısı...
.........................................................
*-**--*-*-*--*--**--**--*--*-*-
Ümmühan anayı gören gelin ve genç kızlar hazır ola geçer. Ona hürmette kusur etmezlerdi. Komşu gelin ve kızlar veya kadınlar sakız falan çiğnerken görürse çok kızar ‘falan yerinizde böyle çatlar diye yüzlerine tükürürdü. Onu görenlerin azgında şayet sakız var ise göstermemek için hemen yutarlardı. Ümmühan ana çok sevimli hayırsever, güleç mahallenin anası idi. Yanlışı hiç sevmez kehelliğe inadına ödün vermezdi. Ümmühan ana bir Osmanlı kadını idi.
Ümmühan ananın eşinden bir kızı olur. Kızı çok güzel olduğundan nazar ile vefat ettiği vakidir. Sonra Ummuhan ana Yunus Koç’u evlatlık alır. Yunus Koç, soyadı Harmancı olur. Yunus amca 1329 doğumlu olup 2005 yılında vefat eder.
Anıları kalem korur. Ruhları şad olsun. Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş. 21.02.2010
Kaynak: Emekli Belediye Şoförü Muammer Harmancı
(aozeski@hotmail.com)