17 Ekim 2011 Pazartesi

Suyun Kralı
Acemoğlu Hüseyin YURTSEVEN &
18.05.1910 – 09.08.1977

Sandıklı’da Çeşmeler, Kuyular, Pınarlar


Devlet Demir Yolarında yol çavuşu olarak emekli oldu.
Üç oğlu (İbrahim-Memduh-Ahmet) ve beş kızı vardır.

Hüseyin amca çok asabi yüzlü hemen, hemen hiç gülmeyen prensipli birisidir. Evi Hacıosman çeşmesinin arkasındadır.

Torunu 8/9 yaşına kadar yalancı emzikten vaz geçememişti. Torununa oğlum bu emzikten vaz geçmek için ne istersin diye sorar. Torunu mantar tabancası ister. Beraber giderler mantar tabancası alırlar. Dükkân sahibi olsun görenler olsun onlar bile hayret ederler. Hüseyin‘a torunun eline yapışmış mantar tabancası alıveriyor diye. Öyle asabi adamdı.
Torunu da bu olaydan sonra emzikten vaz geçer. (Uğur.Özeski)

Kahveden, işten, evine giderken Hacı Osman yolu üzerinde iken mutlaka öksürürdü. Çünkü Hacı Osman çeşmesinde haba kilim bulaşık sebze meyve hatta işkembe veya başka bir şey temizleyenler olurdu. Onlardan uygunsuz olan olabilir diye öksürür geldiğini haber verirdi. Çeşmede bulunan kadın kız kendine çeki düzen verir, toplanırlardı. Hacı Osman sokakta bulunan çamaşırhanenin bakım onarım işleri ondan sorulur. Çamaşır hanenin tuğlasından taşlarından kapısından, ocağından bacasından suyundan o ilgilenirdi.
Ulucaminin şadırvanının içi biraz yosun tutsa biraz yeşillense yemen içine girer bir güzel temizler pırıl, pırıl ederdi. O zamanlar şadırvanın üstü açıktı.
Hüseyin amca Sandıklıda suyun kralı idi. Hele Cuma mahallesinin suyu kanalisazyonu her şeyi ile o ilgilenirdi. Hangi çeşmenin su yolağı nereden geçiyor. Yortma nerede kumluk nerede o bilirdi. Çeşmelerin bakımı tamiri, kuyuların temizlenmesi bakımı onarımı ondan sorulurdu. Sandıklının su bakanı desek hiç yanlış sayılmaz.

Bir gün Çavuş camisinin kıble tarafında bir kuyu vardı. Oraya kuyuyu temizlemeye gidecekti. Evden çıktı sanki ayakları hiç yere değmiyordu. Ama koşmuyordu. Evden çıkmadan talimatlar yağdırır. Akşama şunu pişirin hazır olsun. Şu tatlıyı yapın hazır olsun. Şurayı silin süpürün evi temizlen diye evdekileri kasıp kavuran adam o gün alel acele evden ayrıldı. Hiçbir zaman olmadığı gibi yüzü tebessümlü idi. Dikkatimi çekti baba dedim. İşim var. Lafa tutman beni diye azarlanarak ayrıldık. Az bir zaman geçti. Evde ben hiç olmadığı kadar daraldım sıkıldım. Bir saat oldu olmadı bir telefon geldi. Babanız çavuş camisinin önündeki kuyuda rahatsızlandı dediler. Annemden izin istedim. Olay yerine giden dedim. Hayır dedi. Acı haber tez gelir. Bir şey olsa haberi gelir dedi. Derken yanında çalışan amele anlattığına göre olay şöyle gelişmiş
Kovanın kancası/çengeli( s ) gibi olan kovanın ağırlığından açılı veriyor. Kova aşağıya düşüyor. Kova Babamın üzerine düşmüş. Başına çarpmış babam orada vefat etti. Çok sevdiği hayır işinde canını verdi. Bize olayı böyle anlatılar. Bu şekilde hatırlıyorum.(Küçük kızı Fatma Yurtseven)
Rahmetli Acem Hüseyin, Serenoğlu Ali Kemal ÖZKUM’a çavuş camisinin kuyusunu temizlemek istediğini söyler. Seren Ali amca pek gönlü olmasa da (Kuyunun geliri/suyu azdı. Onun için ben kapatılmasından yanaydım.) Acem Hüseyin ısrar edince madem bildiğin gibi Hüseyin ağabey dedim. Acem Hüseyin kendisi amele tutar. Yeni demirden kova yaptırır. Seren Ali nin evinden kovayı çekmek için gerekli uzun dalları alır, çıkrık yapar. Kuyudaki atıkları temizlemek için aşağıya iner. Kuyuya iner. Hususi yaptırdığı kovayı çengele takar birkaç kova pislik temizlenir. Seren Hacı Ali amcada oradadır. Kovayı aşağıdan çekerken kovanın çengeli iyice/sağlamca bükülmediğinden ve kovanın da ağırlığından demir çengel düzeliverir. Kova aşağı düşer. Kovanın altı Acem Hüseyin’in alnına denk gelir. Bu arada Seren Hacı Ali Amca bir ip ile aşağı iner Hüseyin amcayı belinden bağlar. Amele yukarıdan çeker Ali amca da aşağıdan omuzu ile kuyudan çıkarlar. Fakat Hüseyin amcanın başından akan kanlar Ali amcanın üzerine gelir. Hüseyin amca yukarı çıkınca vefat eder.
Bu olayda kendi tuttuğu amelede 2/2.5 ay gibi hapis yatar. Takdiri ilahi böyleymiş. Su hayratını çok severdi. İnşallah Allah katında da eçirini görür. Şimdi o kuyu artık körlendi/kapatıldı.(Serenoğlu Hacı Ali Kemal Özkum)
Rahmetli; su, kuyu, çeşme, yortma, vs. dendi mi mutlaka o başında olurdu. 1975 yılında Ese gözü suyu çalışmaları olurken kumluğun (kumluğun derinliği 3,5 m.dir.) kazımı sırasında Her yerde olduğu gibi bir amele gibi çalışmıştır.
Ulucaminin suyolunda bulunan yortmaların temizliğinde çalışırkene konu komşu gelen geçene koca çeşmenin yortması buradan şuraya şöyle yol güzergâhı diye anlatırdı. Oğlum yarın bizler olmayız sizlerde bilin der herkese suyolunun güzergâhını anlatırdı. Onun suyolunu herkese anlatmasına birçok kişi içinden çok kızdı.
Geçenlerde belediye elemanları araştırıyordu ben de gördüm sordum ne yapıyorsunuz dedim. Koca çeşmenin su yolağını arıyoruz Osman amca dediler bende gösterdim kolay oldu. Dediğim gibi çıktı. Ben de Acem Hüseyin’den duymuştum.(Osman İnci)
Demek ki o anlatmakta haklı imiş. Acemoğlu Hüseyin YURTSEVEN su gibi aziz ol. Nur içinde yat. Baki kalan bu kubbede, hoş bir seda imiş.

Konu su/çeşme olunca 1919 yılı ekim ayında Tasfiri Efkar gazetesi Seyyah gezgin yazar Arif ORUÇ neler yazmış ona da yer vermek istiyorum.
Milli Mücadelede Ege Çevresi II-İzmir Kukayı Milleyesi Nezdinde (13)
Sandıklı: Teşrin-i evvel (Ekim) 335 (1919)
Sandıklı’da İctima-i Tedkikat (genel inceleme)
Kumalar Dağı’nın eteğinde yeşil bahçelikler içinde uçuk çehreler, bir ısıtma gibi oluşan toprak damlı bir kasabanın girift sokaklarına giriyorsunuz. Bu iki bin hane, minareli beş cami, yirmi kadar mescid, üç muntazam mekteple eski hanları andıran bir hükümet konağı, yıkık bir kışladan ma’ada şayanı-ı dikkat bir eseri olmayan Sandıklı Kasabası’dır. Sandıklı’da eli para tutan diyebilirim ki, çeşmeden başka bir şey yaptırmayı düşünememiş/düşünmemiş. Her sokağın başında mütemadiyen akan, kalın ve geniş musluklu çeşmeler, geceleri müthiş bir yağmur yağdığı zehabını (zannını) veriyor. Şehrin lâğım suları sokak ortalarında, dar sokaklarda bir taraftan öbür tarafa atlamak için mülevves ( kirli, karışık) bir ırmağı aşmak kerameti var. Evler bir-iki istisna ile umumiyetle kerpiç, fakat ne kadar da saf ve samimi bir memleket. Anadolu’nun masumiyeti sokaklarında, hanelerinde, insanlarında, kadınlarında ve çocuklarında bile mahsus (özel). Her söylenilen ve işitilen, itimad ve tevekkül ile karşılanıyor. Hile ve şeytaniyet Sandıklı ahalisinin meluf (alışık) olmadığı bir şey. Bu nisbette de memleket ve vatan muhabbeti çocuklara varıncaya kadar kök salmış. Şunu da ilave edeyim ki, Sandıklı ahalisi pek ziyade misafir-perverdir. Yabancılar, seyyahlar ve her kim olursa olsun, oda sahiplerinin vakt-i vasi’a-i hali (geniş varlıklı durumu) ile mütenasip ağırlanıyor. Meselâ, iki gün kadar Alaybeyizade Hüseyin denilen bir zatın hanesinde misafir kaldım. Sonra bir de Kadızade Asım Efendi var ki, misafirini karşısına alarak doldurulmuş bir kuzuyu yediriyor. Hani vaktim müsait olsa idi bütün Sandıklı’ya birer ikişer gün misafir olabilecektim.
Kaynak: Bu yazıyı Hüseyin HÜSREVOĞLU- Emekli Öğretmen-Yerel Araştırmacıdan aldım.

Sandıklı’da çeşmeler meşhurda bu çeşmelerin isimleri nelerdir. Merak edenlerimiz için toparlaya bildiğimiz çeşme isimleri şunlardır.
Lonca çeşmesi,
Barbaros Okulu çeşmesi,
Burmalı çeşme,
Çakılaz, çeşmesi
Oluklu önü çeşmesi,
Nurettin çeşmesi,
Kadıoğlu çeşmesi,
Çolak mescit çeşmesi,
Karabekir çeşmesi,
Kenan çeşmesi,
Sığır pazarı çeşmesi,
Havai çeşmesi,
Havai arkası çeşmesi,
Hacı Ali oğlu çeşmesi
Ecit çeşmesi,
Karaoğlan çeşmesi,
Hacım Sultan çeşmesi,
Ağyar çeşmesi,
Duman çeşmeleri,
Ulucami koca çeşme,
Ulucami, Yeni şadırvanları,
Uray bahçesi çeşmesi,
Sabah Hamamı yanı çeşmesi
İstasyon çeşmesi,
Kabak çeşmesi,
Savak çeşmesi,
Hacıosman çeşmesi,
Hacıosman Çamaşırlığı
Kabul çeşmesi,
Çerçi Aralığı çeşmesi,
Eski konak (Fışfış çeşmesi),
Topeşe çeşmesi,
Yukarı üç kurnalı,
Yeni çeşme,(Raziye Hanım Çeşmesi)
İlhami çeşmesi,
Bayraktar çeşmesi,
sığır eyliği (müstecap camisinin önünde idi)
Bahçe içi okulu çeşmesi
Arapoğlu çeşmesi,
Kanarya çeşmesi,
Cezayir çeşmesi,
Makali çeşmesi,
Veysel çeşmesi,
Delil çeşmesi
çukur çeşme (yeni ciminin önündeki),
Kışla önü çeşmesi,
Müradin çeşmesi,
Çavdar çeşmesi,
Çavuş camii çeşmesi,
Demokrat çeşmesi,
Yıkık çeşme,
Soğuk kahve çeşmesi
Karagöz çeşmesi,
Ayşe kadın çeşmesi,
Mahkeme-i atik çeşmesi
Dombadız çeşmesi
Palandız çeşmesi
Çirçir çeşmesi
Heybelioğlu çeşmesi


Dedelipınar, Ulupınar, Kavak, İydecik, Atlı mevkilerinde 4 bunar, ve ulupınar yolunda 3, Sazakta 4, Gencekte 4, Yağdı da 4, Çayırlarda 6, Karaloğlunda 2, Soğuk bunar da 2, İnbınarın da 2, Kırkpınar da 2, yahşıvanlı da, Sepette, Hacı dede de, Payamlıkta, Kızıkkırın da, Müslehaddin Takkacı, çirçir, Takalı, Taş oluk, Balıklı bunar, Kızlar bunarı, Çeşme çayırı, kavalı bunar, Sel çayı, kaplıcada birer olmak üzere 45 çeşme ve otuzdan çok kuyu vardı, ve suları içilmekte idi. Ya şimdi
Kaynak: Uray (Belediyeler) Dergisi yıl.1936)



















BİNLERCE YIL SAKLANAN NASİP

Sandıklı ilçesinde bir Vakıf arazisinde bulunan Çukur Çeşmede yaşanan hadise:
1947 yılının bahar ayları, Çukur çeşmenin (Keçeciler camisi yeni cami önündeki) künkleri yani, Su Kanalı yosun bağlamaktan tıkanır. Ve kazarak yosunların temizlenmesi kararlaştırılır. Ve kazıya başlanır. Zaten normal toprak zeminden aşağıda bulunan Çukur çeşmenin topraktan yapılmış künklerinin derinlemesine takibi yaklaşık üç metreyi aşar.Kazı devam ederken bir kemiğe rastlanır, etrafı kazıldıkça kemik ortaya çıkar, arkadan da tüm ceset uzunlamasına .. ama ne cüsse insan kafasının çapı nerede ise 45-50 Cm vardır. İlginç olan da tüm dişlerinin hala çürümemiş olmasıdır.
Vücudun bir kaval kemiği yaklaşık bir buçuk metre kadar dır , yani toplam boy nerede ise üç metreye yakındır.Acem Hüseyin i mukallit ve sevimli bir zattır. Vakıf işlerini ve kuyu kazma örme işlerinde beceriklidir, Kuru kelleyi eline alır ve dişlerini incelemeye başlar.
Bu arada dişlerin arasından bir mercimek tanesi bulur. Tahminimizce ölen şahıs mercimek yerken ölmüştür. Veya ölmeden mercimek yemiştir. İnceler ve bu yıllarca çürümemiş kuru kafanın ve dişlerin arasındaki mercimek tanesini caminin duvarına koyar!
Yabancı, başka bir zat gelir olaya bakmaya başlar ve duvardaki mercimek tanesini görür, eline alır ve ağzına atar. Yuttuktan sonra oradaki görenlerin dikkatini çeker.
Binlerce yıl toprak altında saklanan bir mercimek tanesi 20. Yüzyılda bu şahsın nasibi olmuş ve midesine inmiştir.
Bunu saklayan,bunca yıl o kemikleri ve mercimeği çürütmeden o insanın nasibini o dişler arasında saklayan güç hangi güçtür?
Binlerce yıllık nasip nasılda bulur sahibini!
Derleyen :Kenan Bulut Sandıklı /Afyonkarahisar
AYAZ AHMET
AHMET AKGÖNÜL
01.04.1917/21.03.1993 Abtullah, Ayşe oğlu
Ahmet amca dükkanına erken gelir daha önce aldığı karpuz çekirdekleri veya kavun çekirdeklerini ayıklar temizler zaman, zamanda fasulyeleri ak kara ayıklardı. Fasulyeyi öyle karışık satsa 5/6 lira ayıklayınca 25/30 lira ederdi. Sabah 9 da ayıklama işi başlar 11/12 ye kadar iki kilo fasulye ayıklardı. Veya karpuz kavun tohumu ayıklardı. Bunun dışın da;
Çimento kağıtlarından kese kağıdı yapar satardı. Gazete kağıdı bulursa daha iyi olurdu. Zenginler için ise file bulundururdu. Onun işi gücü o idi.
Ayaz Ahmet amca Grandııraslılardan (Karadirek’lilerden) pekmezi toptan alır dükkanının önünde perakende satardı. Yine bir gün , pekmez mevsiminde aldığı pekmezi satıyordu.
Müşteri çekmek için
‘’Çeşnisi bedava, Çeşnisi bedava’’ diye de bağırarak müşteri topluyordu.
Eşelerin Süleyman veya diğer adıyla Lord Osman’ın Süleyman isminde bir şahıs gelir. Oda sebzecilik yapardı. Askerde güreş sporu ile de uğraşmış 110 kiloluk iri yarı güçlü cüsseli birisi idi. Sonradan Avrupa ya çalışmaya gidenlerdendi. Her neyse de Ayaz Ahmet amcanın ‘’çeşnisi bedava diye bağırmasını duyar zaten onunda iş yeri yakındır Ayaz amcaya.
Ahmet amca çeşnisi bedavamı? Der Ayaz amca
‘’Hee bedava’’ deyince Önündeki bir litrelik Pekmezi alır eline Çeker besmeleyi pekmezi içer. Ayaz Ahmet amca litreyi tekrar doldurur. Lord Osman’ın Süleyman İkinci litre pekmezi de içer.
Ayaz Amca üçüncü pekmezi litreye yarım doldurur. Süleyman amca onu da içince…
Ayaz Ahmet amcanın gözleri açılır. Nediyo bu diye baka kalır. Bir litre pekmezi boğazına döküyor maşallah elek gibi boğazından süzülüyor. Lee oğlum içtiğin pekmez yakar valla. Lee ne ciğer varmış şu gençte Diye söylenir. Süleyman çeşnisi bedava bitti oğlum. Ana paradan içmeye başladın der. Litreyi tekrar doldurmaz. Süleyman da tekrar istemez.
30/08/2011 Osman GÜRDAĞ (Keklik)
SANDIKLI DİLİ
*EN GİBİ DEİ
*HADİ YÖRÜ GALİ
*HADİ GARİ
*DEYİNDİ GARİ
* soru: ANAN EPEYİMİ cevap: BERİN ARI
*TASAGONYEN = TASA kaba, GON koy, YEN yeyin
*MENYUNYEN = MEN al, YUN yıkayın, YEN yeyin
*PEK BİLİYON
*AMAN NEBEN MEN
*BERİ GE
*SEN DE GARIŞA GOMA
*DE LEN NE BEN NENE
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
HAKKINI HELAL ET BABAANNE

Bir gün yeğenim Ali, Abiyimin oğlu Babannesine gelir. Yeğenim Ali İzmir de oturur. Babaannesine uğrar babaanne nasılsın nediyon der. Babaannesinin yanında bir iki gün kalır. İzmir’den arık etna bişilerde hediye olarak getirir. Tabii gün gelir İzmir’e dönecek .
Babaanne varma bir hizmetin göreyim. Ben gideceğim izinim bitti. Gelcek gidecek yapılacak bir işin varsa söyle Babaanne yapayım der.
Anam ‘’Oğlum sağ ol bidanem. Allah ne muradın varsa versin sana. Torunumun hası, Alim, yavrum diye Ana’mda karşılık verir. Yeğenim Ali Ayrılırken ‘’Babaanne Allaha emanet ol der. Ve elini öper. ‘Allaha ısmarladık der ayrılır. Yeğenim bana da uğradı Emmi Babaanneme iyi bakın deyince bende bi uğrayayım dedim.
O gün bende eve giderken anama uğradım. Anama vardım. Ana nediyon ne bişirdin. Falan dedim. Hal hatır sordum ayrılıyordum ki Anam Oğlum Mustafa bak bi dedi. Döndüm
Buyur güzel anam dedim. Anam
’’ Ali bu gün İzmir’e döndü. Giderken ‘’Hakkını helal et. Babaanne Allaha emanet ol. Allaha ısmarladık’’ dedi.
Bende ‘’Eee ana ne var bunda tabii deyecek, demesin mi adettir len Ana dedim. Anam
‘’Oğlum Ali hasta falan mı? Aliye bişi mi olacak? Niye bana Allaha ısmarladık dedi. Hakkını helal et dedi.. ‘’Demesin mi?
Dedim ki
‘’Ya Ana, Ali dediğin 29/30 yaşında. Sen 29 lusun. 82 yaşındasın. Torunun Ayrılırken Allaha ısmarladık. Hakkını helal et. der tabii ne var bunda.. dedim.
Ay oğluuum ne bileyim aklıma hasta mı ölecekte onun için mi helalleşti diye geldi. Dedi.
Ana sen onu ölecek diyonda sen 82 yaşındasın. Sen daha yakınsın Allah bilir ya. Dedim.
Anam kızdı. Sen benim ölmemi mi isteyon. Defol canından yanmayasıya diye kovdu. Kovulduk senin anlayacağın Ali. Kovulduk.
Mustafa abi bunları anlatınca benim gülmem geldi. Ben gülerken Mustafa Abi ne gülü yon Ali gülünecek ne var. yaz bunları yaz yaz. İhtiyarların aklına ölüm gelmiyor da torunu 30 yaşındakinin ölümünü düşünüyo yaa.
Genç ihtiyar fark etmeyo. Ölüm kimsenin aklına gelmiyo gayim….
Dedim ki: Mustafa Abi şimdi insanlar ve olaylar böyle işine geliyorsa dedim.
(Nisan 2011- Mustafa Abi isim yazmanda bahis yok dese de yazmadık merak edene de isim veririz.)
CON AHMET
DEVİR DAİM MAKİNASI
Rivayetlere göre bir İngiliz Ahmet amca ile görüşmeye gelir.Ahmet amca ile görüşürler olaya şahit şahıslar o olaydan sonra Ahmet amcaya jön Ahmet diye hitap etmeye başlarlar. Sonra JÖN lakabı kalır.
Devir daim makinesi, sonsuza kadar kendi kendisine çalışacağı iddia edilen makinelere verilen addır. Motor çalışır, dinamoyu döndürür, üretilen elektrik motoru çevirir... Veya su akar, tribün döner, üretilen enerjiyle su tekrar yukarı taşınır, tekrar akar... Enerjinin fazlası da alınır istenildiği gibi kullanılır, çağımızın en büyük problemi çözülür, savaşlar biter, hayat bayram olurdu...
Çoğumuz büyüklerinden onun hikayesini dinlemiş midir. bilmiyoruz ama Sandıklıda yetişmiş renkli bir kişiliktir Con Ahmet adını da Jon Türkler akımından (1900) alır. Onun gençlik yıllarından beri kafasında olan hayali vardı. O Makinesini tamamlayıp çalıştırmak için uğraşır. Çoğumuz duymuş mudur bilmiyorum fakat orta yaşlarda olanlar muhakkak bilirler ’’Con Ahmet’in devir daim makinesi ‘’2006 yılında ‘’Erke döner geç’’ haberleriyle tekrar gündeme gelen Con Ahmet’in Devir daim Makinesi; bir hareketi başlatarak sürekli enerji üretecek bir makinenin tasarımından ibaretti fakat o zamanki teknoloji ile bu mümkün olmadı.
Aslında İtalyan bir firmanın kendisine yaptığı teklifi kabul etseydi orada ki imkanlarla belki de hepimizin evinde arabasında Con Ahmet’in makinesini kullanıyor olabilirdik, ama o kendi imkanları ile bunu başarmak istediği için teklifi kabul etmeyip çalışmalarına devam etti.
Zaman zaman Başbakanların bile telaffuzuyla tekrar gündeme gelen bu deyim önümüzdeki günlerde de sıkça konuşulacağa benzer.
Peki Türkçemize böyle bir deyim kazandıran Con Ahmet’in Sandıklılı bir saatçi ustası olduğunu biliyor muyuz? Pek çoğumuzun ‘tabii ki tanımadığı hararetle okuduğu .
Con Ahmet lakaplı Ahmet Eryılmaz aslen Afyonkarahisar’ın Sandıklı ilçesinden olup genç yaşlarında Afyona yerleşmiş ve uzun yıllar boyunca orada saat tamirciliği ile iştigal etmiştir.
Rivayetlere göre kıtlık yıllarında evinde pancardan toz şeker imal etmiş ve onu kullanırmış. Saatçi Con Ahmet Usta’nın çıraklığını yapmış, eski Mevlevilerden, rahmetli Kemal Bayık’ın anılarından bir bölüm aktaralım. Kemal Bayık şunları aktarıyor. ’İşgal dolayısıyla mektep tatil edilmiş, artık derse devam imkanı kalmamıştı. Bu sıralarda tanışmış olduğum Neyzen Çerkez Nuri Dede’nin kardeşi, Ot Pazarı Camii imamı Mahmut Hoca bana “artık harp ne zaman biter, mektepler ne zaman açılır, ne olur bilinmez; oğlum bir zanaat sahibi olman gerekir’’ diyerek beni saat tamiratına teşvik etti ve öğretti. Sonradan yeğeni Con Ahmet Usta ile tanıştırdı ve Con Ahmet Usta’nın çırağı oldum.
Ustamın şimdiki Bedesten karşısında Kasaplar içine doğru dükkanı vardı. Orada esas mesleğimi öğrendim. Ustam son derece zeki ve sanatkar bir insandı, harp dolayısıyla malzeme yoktu, gerçi saat adedi de azdı fakat ustam bulunmayan bir malzemeyi adeta icat ederdi; küçük saatçi tornasında şemsiye telinden saatin direğini tornada yapar ve takardı. Mesleğin bütün inceliklerini bana da öğretti. Ustam sonraları devridaim makinesi fikrine takıldı. Ömrünün son zamanlarına kadar kendisi ve kardeşi Ali İdeman Dede’de ‘’sonradan Ot pazar Camii yanındaki dükkanımda ki ustam’’ bu makineyi icat etmek için kısıtlı imkanları ile ve saatçi tornası yardımıyla yaptığı parçalarla devridaim makinesini yaptı.
Con Ahmet ustamın yaptığı bu makineyi sonraları 1926 yılında Cumhuriyet Gazetesi yardımı ile bütün Türkiye duydu, fakat üniversite yetkilileri bu makineyi yapmanın mümkün olmadığını; çünkü mekanik bir makineye verilen enerjinin zamanla sürekli sürtünme dolayısıyla kaybolacağını ve tek bir enerji ile bir makineyi devamlı çalıştırmanın mümkün olmadığını savundular ve İstanbul’da üniversitede halk huzurunda yapılan bir denemeyi bile ilgiyle takip etmediler. Böyle bir aletin yapılması halinde Beyazıt Meydanı’nda kendilerini asacaklarını söylediler.
O zaman İtalyanlar Con Ahmet Usta’ya müracaat ederek Onu İtalya’ya davet ettiler ve özel laboratuarlarda bu makineyi daha modern ve hassas aletlerle yapmasını, patentine yüklüce bir para vereceklerini ısrarla belirtmelerine rağmen Con Ahmet Ustam bunu kabul etmedi. Gerçekte ustamın makinesinin temel esası, saat nasıl zembereği boşalırken bir enerji meydana getirirse o enerji ile bir zembereği kurmak ve tekrar boşalan bir saat zembereği ile yeni bir zembereği kurarak ilk başlatılan bir hareketi devamlı bir hale getirme düşüncesi idi.’’ Meşhur Con Ahmet’in devir daim makinesinin hikayesi kısaca böyle. Ustanın projesini ortaya attığı günlerde basın günlerce bunu konuşmuş ve halkta bu sayede haberdar olmuştur.
Kemal Bayık’ın anlatımına göre son derece zeki ve zanaatkar bir insan olan Ahmet Usta buluşunu çalıştırmayı başaramadı ama adının nesiller boyu sürmesini başardı. Yıllardır Türk halkı işe yaramayan buluşlar için ‘’Con Ahmet’in Devir Daim Makinesi‘’ deyimini kullanır oldu.
Kaynak: 1- Beldemiz Dergisi- (1994)

Günümüzde Devir daim makinesi ile ilgili internette form sayfaları var. Burada Devir daim makinesi gerçekleşir yapılır bundan insanlık yararlanır diyenlerde var, olmaz deyip fizik kurallarına ters deyip kestirip atanlarda var. Devir daim makinesi yazıp bu sayfaları okursanız çok ilginç fikirlerle karşılaşırsınız.
TOROS
Ya da onların gözünde ata
Mustafa emrem
Ahmet / Meryem 28.06.1911—06.01.1990

Otobüs işletiyordu. Toros yazılı koca otobüsü vardı. Afyona sefer yapardı yolcu getirir götürürdü. O zamanlar Sandıklıda lise olmadığından Afyona okumaya giden gençlere Aileleri bir çıkı bohça ( kimi ekmek kor, kimi sarma dolma, börek yufka gatmer, alacaş pilav, Peynir, yoğurt, turşu vs., bohçalar da haftalık yiyeceklerden oluşurdu.) yapar Toros’a verirlerdi. Rica ederler bunu oğlum Ahmet’e veriver derlerdi. Oda kim kimin lakapları ile bilir. Talebelerde Toros’un geleceği saati bilir ailelerinden emanet geleceğini bilir gelir alırlardı. Oda filancıların Ahmet, Mehmet, Ömer, Ali veya falancıların Osman Mustafa, Bekir der emanetleri sahiplerine teslim ederdi.
Esas olayın ilginç tarafı ise Talebelerden parasız kalanlar Toros Emmiye ATA bana beş lira lazım dediler mi hiç itiraz etmez çıkarır verirdi. Afyon seferinden ortalama 22,5.lira toplanırdı. Eğer dört/beş kişi para isterse Toros Afyonlu arkadaşı Hancıoğlu’na varır.
--‘Len Hancıoğlu heeey bana 20/25 lira gönder bi’’ der ödünç aldığı para ile mazot alır. Sandıklı’ya döner gelirdi.
Ödünç para verdiği talebelere oğlum bak ben yazmıyorum.Babalarınızdan da isteyemem. Aldığınız paraları babanızdan alın bana verin demeyi de ihmal etmezdi. Talebelerden bazıları Toros emmiden para alınca hemen bir pusula yazarlar Toros emmiye verirler bunu babama veriver derlerdi. Toros emmi pusulayı getirir verir. Pusulayı alan baba okur Toros’a oğluna verdiği parayı üzerinde varsa verir, yoksa üç beş güne veren derdi.
Toros emmiden ödünç para alan her talebe ona Allah razı olsun sen bizim ATAMIZSIN çünkü yiyeceğimizi giyeceğimizi getiriyor götürüyor. Olmazsa paramızı veriyor. Her işimizi yapıyor hiç ‘’ya’’ demiyorsun. Diye talebeler onu severler ona hürmet ederlerdi. Ona ATA diye hitap ederdik. Bak iyilerin iyiliği anılıyor işte. Ne mutlu demi.
-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-**-*-*-*
Toros’un otobüsle kaplıcaya gidiyorduk. Dağlıoğlu çeşmesini sallandık gidiyoz. Yolda Keleş’in inekler danalar karşıya çeşmeye su içmeye gidiyorlardı. Torosta rahmetlik yaşlanmıştı. Ben Ata dedim dikkat et su içmeye giden çulluklar var. Çarpmayalım ha dedim.
Rahmetli hiç bozuntuya vermeden şakaya şaka ile mukabelede bulundu. Yahu bende o kara karalar neyi kim deyodum. Demek onlar çulluk muymuş. Dedi. Yan pencereyi açtı danalara ‘’kiş kiş çekilin hiç olmazsa ben bi geçen kiş kiş ‘’ dedi. Otobüste tüm yolcular gülmekten yarıldık.
****** //////// *******
Yine bir gün kaplıcaya gideceğiz. Kaplıca kavşağını geçtik. Rahmetli Toros kaplıcaya dönmedi. Kimsede Toros niye dönmedin demedi. Biz Macılın hizasına vardık. Toros farkına vardı.
–‘’Yav buralar Macıl ne işimiz var buralarda şuradan dönelim barik’’ dedi döndü. Sonra yanındakilere ‘’çocuklar kavşakta niye hatırlatmadınız’’ deyince yanında ki ‘’enayi miyiz hatırlatacak bak geziyoruz işte. Sende bi gün otobüse bindirip gezdirmedin ki ’’ dedi. Rahmetli hiç kızmadı, alınmadı. Olgun adamdı. Haklısınız demesin mi. Valla öyle deyince biz utandık.
Sümük olsaydı da alnıma yapıştırsaydım!..
ALİ ATASOY
Nacakların Deli Ali
Ali amcanın eşi hastaydı. Uzun süredir yatıyordu. Evin tüm işlerini Ali amca yapıyordu. Evlerde su şebekesi olmadığından meydan çeşmesinden bakırca, bakırca su taşıyıp bulaşık yıkıyor. Eşinin ihtiyaçlarını görüyor. Evi silip süpürüp, Kış günleri sobayı yakıyor. Külü atıyor. Evde ne iş varsa hepsisini Ali amca yapıyordu.
Üç senemi, dört senemi, yok ya baya altı sene falandı. Ali amca eşine bakmıştı. Bu durumu görenler ise Ali amcaya acıdılar. Belki de onun adına dua ederek ‘’Yarabbi Ali’ye iki rahmetten birini ver.’’ Veya ‘’Yarabbi Ali’ye sabır ver’’ demişlerdir. Ali amca için çok ben böyle dua edenleri duydum.
Derken bir gün duydum ki Ali amcanın eşi ölmüş. Ben de Ali amcanın eşinin ölümünden 15/20 gün sonra, babamı ziyarete Ekinhisar’a gitmiştim. Babam bakkallık işi ile uğraşıyordu. Dükkân’a girdim. Selam verdim babam ve Arkadaşı Ali amca da dükkânda oturuyorlardı. Ben babamın ve arkadaşı Ali Amcanın elini öptüm. Aklıma Ali Amcanın eşinin öldüğü geldi. Üç günden sonra başsağlığı dilenmez deriz ya. Atasözüne veya bu geleneğe aldırış etmeden;
Fazla zaman geçmedi her yanı üç hafta falan oldu daha taze olay diyerek ben ‘’Ali Amca başın sağ olsun. Eşine çok hizmet etmiştin. Hadi gari kurtuldun’’ deyiverdim. Toyluk işte. Ağzımdan düşünmeden / istemeden öyle çıktı. Bu arada da babamın sattığı gazozların kasalarından kendime oturacak yer ayarladım. Oturdum ki Ali Amcanın gözlerinden şapır, şapır gözyaşı aktığını gördüm. Kendi, kendime ulen dedim pot mu kırdık yoksa. Bu adam neden ağlıyor. Diye düşünürken. Babamın surat bi karış oldu.
-‘’Ali amca, epeyimin, neden ağlıyorsun. Eşin zaten yatalaktı. Sana çok meşakkat veriyordu. Evin her işini senin yaptığını herkes gördü biliyordu. Sana acıyordu.’’ Diye konuşuyordum ama bir taraftan da içim daralıyordu. Bir yerlerde hata yapmıştım ve hataya devam ediyordum. Ama nerde hata yaptım diye de içim, içime sığmıyordu. Söylediklerim doğruydu ama. Doğru yer demiydi bilmiyorum. Zaten bin düşün bi konuş. Denir ya… Ben düşünmeden konuşuyordum.
Ali amca sessiz, hareketsiz, öylece başını öne eğmiş kıpırdamadan duruyordu. Ali amcanın gözlerinden yaşlar, musluktan akan damlalar gibi hiç eksilmiyordu. Babamsa iyice kızmıştı. Mahkeme suratı gibi olmuştu yüzü. Zaten esmer olunca yüklü bulutlar gibi kararmıştı...Ha patladı ha patlayacaktı. Kafamın içinde şimşekler çakıyor, fırtınalar kopuyordu.
Ulan dedim. Üç günden sonra başsağlığı dilenmez derlerdi keşke demeseydim de Ali amcayı üzmeseydim. Halt ettin eşek herif diye de kendime kızdım. Dükkânda bir sessizlik, bir sıkıntı, bir ağırlık vardı. Ben konuştukça bostana giriyordum. Nece sonra susmayı tercih ettim. Ama iş işten geçmişti. Kimse, kimseye bakmıyor. Herkesin başı öne eğikti. Babamdan yiyeceğim fırçayı düşünürken. Ali Amca başını kaldırdı ve konuştu.
Oh dedim. İnan o konuşunca rahatladım, hava yumuşadı. Ama hiç duymadığım şekilde düşüncelerini katıksız söyledi. Bi de Deli Ali derlerdi. Ne Delisi be…
-Ahmet’im, Oğlum; Yalnızlık Cenabı Allah’a mahsusmuş. Hanımım keşke ölmeseydi de bir köşede otursaydı, dursaydı. Nefesini duysaydım. Her zaman ben ona hizmet etseydim. Çorba kaşığına üfleyerek çorbayı elimle yedirseydim. Bazen çaresizliğe düşsem de, o an duanın zamanı diye şükretseydim. Yine de ikindileri olunca şöyle karşılıklı oturup hasbıhal ediverseydik. Hatıraları bir Ooo, bir ben dillendirseydik. Cam kenarında sadece ikimiz. Ben ona şekerini karıştırıp çay ikram edip dursaydım. O konuşsa da ben dinleseydim. Benim kederim kaderimle takdir edilmiş. Kedere değil Ahmet, ben kadere teslim oldum.Benim kaderimde böyle imiş. Tam alışmışken çekip gitti güzelim.
Şikayetçi olmadım/olmamda/olamazdım da.
Keşke Sümük olsaydı da alnıma yapıştırsaydım. O öldü, ben mezara girdim.
İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun… Ahmet’im. Dedi.
O sözünü hiç unutmam Sümük olsaydı da alnıma yapıştırsaydım.
Ali amca hem ağladı hem derdini döktü. Ama gözleri, sözlerinden çok şey anlattı.
Anlatan: Ticaret Bankası Emeklisi Ahmet OĞUZ
HIDIRELLEZ ANISI - 1
Babama ferfinelere/ gezeklere katılıp katılmadığı sordum. Bana oğlum fırıncılık başka mesleğe benzemez. Biz gece çalışır gündüz yatarız. Ama tabii ki bizimde sosyal hayatımız oldu. Fırıncılar da bu toplumun üyesi. Bizimde kendi aramızda etkinliklerimiz oldu. Yaz aylarında gündüzlerin uzun olduğu zaman diliminde fırınımızda yemeğimizi yapar yeşille buluşurduk. Gerçekten çok güzel anılarımız olurdu. Fırıncıların gezegi uzun yaz günlerinde olurdu. Mevsim bahardır. Günlerden 6 Mayıs yani hıdrellez günüdür. Fırıncı esnafı usta ve kalfaları olarak önceden planlarını yaptık. O güne güzel güveç hazırladık. Arkadaşlar olarak toplandık hep beraber. Sazakta bahçeye gittik. O Bahçede öyle göbekli marul yetişirdi ki çok güzel yağlı, kocaman, kıyır kıyırdı. Bahçede havuz su dolu idi. Bir de kuyudan çekilen suyun şırıl şırıl ses vermesi, benim için ömre bedeldi.
Ben ayakkabıları, çorapları çıkardım paçaları sıvayarak havuzun kenarına oturup ayaklarımı havuza salladım, daldırdım. Havuzun üstü asma ağaçları ile örtülü, çardaktan güneş ışınları aradan dereden fır tarak geçenler bize ulaşıyordu. O güneş ışınlarının huzmesi rengârenk olur.
Bu arada eli yatkın olanlar salata yapar, kimi meyveleri kavun, karpuz ne varsa işte onları keserdi.
Kimisi bıçak nerde der bağırır, öteki de şu soğanlara bir Allahın kulu yardım etse de doğrasak gözüm yaşardı derdi.
Derken birisi elini kestirmiş, “Anam!” diye bağırır. “Elimi kestim” der.
Yanındaki “aman ha bıçağa bişi olmasın, elin iki üç günde kapanır” diye cevap verir.
Çıraklar birbiri ile atışırken Ümmet ‘’hişşşt gürültü yok len, başlatman çarkınıza’’ diyerek atışmaları durdururdu.
Kimisi “yaygıyı almadınız mı yahu? Nerde yaygı?”
Birisi gecikti ise buda zaten galle hala gelemedi diye gıyabında eleştirilirdi.
Kimisi de çıkar, avazı çıktığı kadar bağırırdı. Halla halla biz de ona bakardık.
Kimisi de şarkı türkü mırıldanırdı kendince... O da güzel olurdu.
Zaten çok zaman radyoyu götürmedi mi bi eksiklik olurdu. Dinlense de, dinlenmese de o radyo mutlaka bir köşede cızıldamalıydı.
Yoldan geçenler, bahçe kaşından kafayı uzatır selam verir, buyur etmeyi bekleseler de sadece ‘Aleykümselâm’ diye bilirdik. Ümmet ‘sürüde yat birisi oldu mu ahenk bozulur’ derdi.
Neyse; Derken Bizim Ümmet usta; ‘Ya rab bugün Hıdırellez, Bugün dualarımızı kabul et. Bana çağla yeşili impala cevrolet taksi nasip eyle. Şöyle gemi gibi ırlana sallana ben onunla Sandıklı’yı ağır ağır, aheste aheste dolaşam. Ya rab sen duaları kabul edensin. Valla senden başka dua edilecek makam yok. Sen her şeyin Rabbisin. Her şeyi verensin…..’ Dedi. Oradaki herkes anlaşmışçasına ona bakarak hep bir ağızdan ‘’ÂMİN’’ dedik.
Ardından çırak Orhan ‘Yarabbi bana da bi göz ev ver.’ Dedi. Hep bir ağızdan yine ‘Âmin‘ dedik. Ama Recep hem âmin dedi. Hem ‘len aslanım neccen bi göz evi madem âmin dedittiriyorsun. Çok odalı istesene be kabre herif’’ diye kızdı. Orhan “neden usta bana yeter, Allah sana versin koca apartman” dedi.
Recep ve hepimiz yine Âmin dedik.
Kimisi Avrupa’ya gitmek istedi. Onlara da hep beraber âmin dedik.
Kimisi evlenmek istedi ona da yine hep beraber âmin dedik.
Kimisi çocuk istedi ona da yine hep beraber âmin dedik.
Bir ben kalmışım, birisi usta sen de bir şeyler iste de âmin diyelim dedi. Ben de ‘Ya rab bana da her sene bolca odun kömür ver, kışın soğuklarda bol bol ısınayım’ dedim. Arkadaşlar bana da âmin dediler. Ümmet:
—Usta bol odun kömürü ne edeceksin, şurada et duanı da, elliağızlı amin diyelim odun kömür.... Dedi güldü.
Ben kışın odunsuzluğunu kömürsüzlüğünü yaşadım soğuktan yorganın üstünde kıl haba, elimizi yorganın dışına bile çıkaramazdık. Bana o lazım deyince tekrar Âmin dediler.
Şu an geldi geçti oğlum. İnan ki o gün hep dualarımız Allahın izni ile kabul oldu.
Ümmet bir gün işyerime çağla yeşili impala taksi ile geldi. Sarıldık sarmaş dolaş çaylarımızı içtik.
Recep Hisarın eteğinde bir apartman yaptı.
Ekmekçi Fahrettin Avrupa’ya gitmek istedi gitti. Ama üç beş sene sonra dönüşte vadesi bitmiş öldü.
Evlenmek isteyenlerde evlendi kimse yalnız kalmadı.
Orhan annesinin evinin yanından arsa aldı. Bir göz ev yaptı.
Bizde her sene bol odun kömürümüzü alıyoruz. Allaha şükürler olsun.
Hıdrellez tarihsel önemi olan baharın başlangıcı saydığımız sayılı günlerimizdendir. Bu günlerde halisane dualar mutlaka karşılık görür. Bu arkadaşlardan gerçek dünyaya göçenler oldu. Onlara Allahtan rahmet kalanlara sağlık sıhhatleri için duacıyım.
Babamdan bir hıdrellez günü anısını yazdım. Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer.

HIDIRELLEZ ANISI – 2
Babam hıdırellez anısını anlatınca Orhan Abiyin de hıdrellez anısını eklemek istedim.
Hıdrellez günü Orhan Abi evine telaşlı telaşlı gelir. Taksiden evin kapısına varmadan hanım, hanım diye içeri bağırır. Eşi:
—Orhan hayırdır ne oldu deyince Orhan abi:
—Hanım ne pişirdin diye sorar. Eşi:
Alaçaş pişirdim Orhan der. Fırıncı Orhan abi
—Tamam, Bu gün hıdrellezmiş kız, sanayi de kimse kalmadı herkes yeşile koştu. Bizde gidelim. Hemen onu bohçala, turşu al, yeniverecek başka ne varsa al gidiyoz.
Çay takımını da unutma kız der bağırır.
Eşi bakar ki Orhan bir yerlere götürecek. Daha önce demedi ama hemen çoluk çocuk hazırlanırlar. Kardeşinin hanımı falan taksiye binerler. Orhan abi cümbür cemaat taksiye bindirdiği hane halkını Kaplıcaya götürür. Herkes ikindi serinliğinde kimi saç hazırlamış onu yemekte, kimi mangala telaş elenmekte, kimi evden getirdiği hazırlığını yemektedir.
—Orhan abi Caminin etrafından bir sofralık yer bulur oraya sergiyi/sofrasını kurar. Otururlar. Hemen tüpü yakar çay suyunu kor. Sonra onlarda evden getirdikleri alaçaş yemeğini çala kaşık yerler.
Orhan abi bakar ki herkes et yiyor, herkes olmuş etobur. Derki “elin etinden bizim alaçaş daha lezzetli yanında da elma sirkeli turşuda salata da çok iyi gidiyo valla. Eh yemede seyrine bak” der, kaşığı alaçaşa deh eder. Çoluk çocuk hıdrellezi kutlarlar. Çocuklar sevinir. Çok mutlu olurlar.
Orhan abi daha önce fırıncı idi. Sonra yeni sanayide kahvecilik yaptı. Zaman zaman yanına uğrar, laflardık. Bir gün yukarıdaki olayı anlatmıştı. Bizde alaçaşı hıdrellezde et niyetine afiyetle yedik diyerek anlattı. Kahvecilik yaparken biz Konya’da fuar gezisine gittiğimizde haber aldık ki vefat etmiş. Allah Rahmet eylesin. Nur içinde yatsın hatırası var.
06.05.2009 aozeski@hotmail.com * [ozeski.blogspot.com]
EFELER SADE İÇER
Geçenlerde Hasan amca geldi. Hasan MEZGİL. Sandıklı Sesi gazetemizde çıkan iz bırakanları okuyormuş. Bir de ‘’sandıklı.biz’’ sitesinde de okuyorum dedi. Hoşuna gitmiş. Bir iki hatıra anlatayım. İnşallah güzel olur diyerek anlattı. Bizde öylece yazdık.
27 Ağustos 2009
Belediye meydanına Kavasın Hakkı (Şükrünün babası) Yedi yol kahvesini yeni açar. Bu kahveye hep amir ve memurlar memleketin kodamanları çıkarmış. Daha önce Belediye parkında hizmet veren şehir kulübünden önce amirlerin memurların iyi giyimlilerin kahvesidir. Zaten buraya az bucuk adam girmezmiş.
Emin ustanın Hasan GÖÇER ve arkadaşı Hacıarap Mustafa ÖZAYHAN bu kahveye girmek için heveslenmişler. Bir gün anlaşarak Kavasın Hakkının kahveye gıran tuvalet giyinerek giderler. Kahvede bir masaya adabı muaşeret içerisinde otururlar. Bir köşede koltukta oturmakta olan Kavasın Hakkı bunları görünce bozulur. Fakat Hasan Göçer ve arkadaşı Hacıarap’ın masaya efendice oturduklarını görünce bir şey deyemez.
Kavasın Hakkı amca gençler ne içersiniz diye sorar.
Emin ustanın Hasan, Hakkı amca kahve içeriz der. Tam orta şekerli diyecektir.
Kavasın Hakkı EFELER SADE İÇER yap iki sade kahve deyerek Hacıarap ve Emin ustanın Hasan amcanın şekerli demesine fırsat kalmadan siparişi ocağa verir. Efe falan denince itirazda edemezler. Ve sade kahveleri meşhur garson Dizginin Hüseyin getirir.
Zaten o zamanlar şeker vesika ile satılmaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrası kıtlık ve yokluk günleridir. Şekere azami iktisat yapıldığı zamanlardır. Şeker bulunmamaktadır. Zaten şekerde yeni yeni kullanılmaya başlanmıştır.
Hacıarap ve Eminustanın Hasan askere gidesiye kadar Yedi yol kahvesine çıkarlar. Onlar kahveye girince Hakkı amca efeler sade içer der sade kahve verir. Hep sade kahve içerler. Birbirlerine de kalın kalın sesle EFELER SADE İÇER, EFELER SADE İÇER diyerek takılırlar. Önsen bi bildiği varda kahve yapıverdi bize derler. Kahveyi biraz bekletirler, önce bir yudum su içerler. Kahve ile ilgili bişiler bulur anlatırlarmış Kahve falı bilsekte barik yalanlarıyla avunsak, Telvesi de acıymış. Ha şekerli ha şekersiz fark etmez. Derken birinin aklına gelir
Yüksek haneyler de kahve pişirir
Kahvenin köpüğü yere taşırır
El oğlu değil mi aklını şaşırır. Diye türküyü söyleyiverir. Kahveden bir yudum daha alınır.
Önemli değil: kahve tütün, keyifler oldu bütün. Buradan belediye meydanı da bir güzel gözüküyor. Tatlansın diye çaya pekmez katıyor da bize niye acı kahve veriyor, diye laf üretirlermiş.
Emin ustanın Hasan ve Hacıarap büyüklerin yanında yüksek sesle konuşmaz ayaklarını uzatmaz edebe ve adaba riayet ettiklerinden onlara laf etmezlermiş. Derken derken kahve krizi çıkacak hadi gidelim arkadaş der usanınca çıkarlarmış.
Hem Hasan amca hem Hacıarap kahvenin sadesini değil şekerlisini severlermiş. Ama Kavasın Hakkı onlara efe dediğinden efeliği bozmak istemezler. Hakkı amca onlara sade kahve vermiştir. Ona karşı gelmekte büyüğe saygısızlık gibi olur, Hem biz çok genciz. Şayet şekerli diye itiraz edersek kahvecide kovarsa gençliğinde haysiyeti ve şerefi var onu da, on paralık etmeyelim düşüncesi ile Emin ustanın Hasan askere gidesiye kadar Kavasın kahveye çıkar orada hep sade kahve içerler. Emin ustanın Hasan askere gider. Vatan görevi bitip yine geldiğinde arkadaşı ile buluşurlar kahveye giderler.
Bunları gören Kavasın Hakkı asker hoş geldin der ve EFELER SADE İÇER diye iki kahve siparişini hemen verir. Emin ustanın Hasan Amca, Hakkı amcaya askerliği ettik, lütfen kahveler şekerli olsun gayim. Hem ben askerliğimi yaptım geldim deyince.
Kahveci Kavasın Hakkı bu sefer kahveleri şekerli yaptırır.
Güzellikleri bugünden farklı olan maziye özlemle bakanlar...
Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı var. 27.08.2009
Gel desem, bu akşam, bir kahve ısmarlayayım sana.
Bir fincan kahve: Cezvesinde kaynamış hatıralar,
Köpüklerinde sevgi parlayan, fincanında dostluk ile telve,
Bir yorgunluk kahvesi,
En iyisi ben sana bir şiir ısmarlayayım…
Yanında da bir fincan acı kahve. (alıntı)
DELİ EMİN
(Süleyman SARIDAŞ)
06.05.1934 Doğumu - 17.03.2004 Ölümü

Oğlum Zakir’in düğünü vardı. Güveyi başı Cumartesi günü olacaktı. Pazar günüde gelin gelecekti. Cumartesi günü erkenden Deli Emin Çay köy deki evimize gelmiş. Ben baktım birisi ortalıkta dolaşıyor. Bi hoş geldin diyeyim diye aşağıya indim. Baktım ki Emin
-Emin hoş geldin dedim.
Emin bana kızgın kızgın bakarak
-Sen bana davetiye vermezsin ha. Dedi
Ben avut kavut oldum. Düğün günü erkenden geldi. Daha hiç kimse gelmemişti. Allah var ya ona davetiye vermekte hiç aklıma gelmemişti ama.
-Emin davetiye verecektim seni göremedim. Görseydim verirdim. deyince.
-Sen beni göremedin ama, ben senin düğün yapacağını rüyamda nasıl gördüm. Dedi.
Ben şaşkın, şaşkın bakarken
-Benim beyaz gömleği ver. Kravatı da olsun dedi.
Ben hemen evden kendime ait hiç giyilmedik beyaz gömlek ve yeni bir kravat getirdim verdim. Emin ev müsait şu odada üzerini değiştir dedim. O gitti camide üzerini değiştirdi geldi.
Biz ona yemek yemesini söyledik yemedi.
Emin
-Şimdiden hayırlı olsun mesut olsunlar. Dedi. Ben
-Sağ ol Emin dedim. O
-Sen beni çağırmazsın ha… Sen beni çağırmazsın ha… Sen beni göremedin de, ben senin düğün yapacağını rüyamda nasıl gördüm.
Diyerek ikinci kez sitemde bulundu. Biraz oturdu sonra gitti.
Biz toplum olarak böylelerine, Deli deriz de ‘’ne de ne olduğu belli olmaz…..’’
Anlatan: Osman SEYMAN-emekli öğretmen- 20.06.2011

Deli Emin sert mizaçlı idi. Birini gözüne kestirir ilerden koşar gelir omzuna tatlı sert vururdu. Sonra bişiler söylemeye çalışır ama anlaşılmazdı, Allah bilir kendince bişiler söylerdi.
Emin’in kayıtlarda adı Süleyman’dır. Ama halk Onu Emin diye bilir. Baba adı da Süleyman’dır. Başağaç kasabamızdandır. Emin Toplumda sevilen saf yürekli insanımızdır. Düğünlerde oynamayı severdi. Düğünün erken vakitlerinde düğün yerine gelir tek başına uzun, uzun oynardı. Çalgıcılar da onu tanır onun istediği /oynadığı havaları çalarlardı. O olduğu zaman düğünlerde ortalık hiç boş kalmazdı.
Çarşıda yolda birinden para istese Emin’e hemen para verirlerdi. Her zaman, herkes den de para istemezdi. Para isterken sert ifadelerle ’’Para ver ‘’ diye emri vaki konuşurdu. Bilirlerdi ki Emin’e para veren dükkanına varmadan ecir’i hasıl olurdu. Bu çok kişi tarafından denenmiş bir çok kişi tarafından anlatıldı.
Emin Afyon, Dinar, Isparta otobüslerine/minibüslerine otostop yapar biner gider, gelirdi. Bazen şoförler yer olmadığından almazdı. Ama gittiği yerde Emin’i görünce ‘’Yaa bu adam ne zaman geldi kardeşim biz bu adamı otobüse almamıştık’’ diye hayret ederlerdi. Onun için Emin’i her şoför almaya gayret ederdi. Veya şoförler Emin’e para verirler almazsa gönlünü hoş ederlerdi. Emin’i mutlu edenler yolcu sıkıntısı yaşamazlardı. Dolu dolu gider gelirlerdi. Emin’i kızdıran arabasına almayanlara ilenir. O şoförün yolda mutlaka arabası arızalanır, tekeri patlar bişiler olurdu. Bu olayda çok vaki olmuş çok kişi tarafından tevaturen de anlatılmaktadır.
Emin Başağaçlı birinin dışarıda duranlarının ölüsünü, doğumunu, kazasını, ne zaman geleceğini, yada yol da geldiğini söylerdi. Yani akrabalarının bilmediğini ilk o söylerdi. Tanıdığı bildiği birinin öldüğünü, kaza yaptığını, düğününü, yolculuğunu nereden nasıl bilirdi, hikmetin den sual olunmaz.
Birde Emin tanıdığı kişilerin hastanede yatan hastaları/hastalarını ziyaret ederdi. Hatta kendi çapında ufak tefek hediyede alırdı. Hasta Isparta, Afyon da nerede yatıyor olursa olsun giderdi.
Avrupa da çalışan kişiler Memlekete geldiklerinde Emin’e mutlaka gömlek, ayakkabı, ceket pantolon, tişört gibi bir hediye verilirdi. (Yaşar Atalay-Kahveci-Başağaç)
Çarşımızın sevimli simalarından birisi idi. Allah rahmet etsin.


Fotoğraf: Hakkı ALTAY (Başağaç Kasabası)
RAMAZAN HATIRALARI
Sandıklımız da Ramazan’da ekmek, pide,
Tatlı ise tel kadayıfı idi
Siz yaşamadınız amma
Eskinin şirinliği çok farklı idi
ÇORALLARIN ALİ AMCA
Eskiden kahveler Ramazanda sabah namazına kadar açık olurmuş. Sahur yemeğini yiyen sabah namazına gelir. Namazdan önce vakit varsa camlı kahveye girer çayını kahvesini içer sela verilir, ezan okunurken camiye girerlermiş.
Bir gün Çoralların Ali amca sahur yemeğini yer gelir. Bakar ki namaza vakit var. Camlı kahveye girer. Camlı kahvede 4/5 kişi de çay içmektedir. Çoralların Ali amca, kahvedekilere selam verir, kapının eşikliğindeki ilk masaya oturur. Tabakasını çıkarır kelem dolması gibi kalınca sarı tütününü sarar. Ocakçıya da bi kahve sade olsun der. Sarma tütününü kav kibriti ile zor zar yakar. Bir iki tüttürür. Derken kahvede gelir. Telvesi bol, köpüklü. Yanında da yarım bardak su ile. Ondanda bir iki yudum içerken sela okunmaya başlar. Çoralların Ali amca bi elindeki tütüne bakar bi kahveye bakar. Yetişmeyecek galiba diyerek. İlkin oturduğu yerden
--Lee Gayım Hasan, Aççık ağırını al bakalım. Şu kahveyi yudumlayalım bi. Diye bağırır.
Gayım Hasan Minareden selayı okumaya devam eder.
Kahvedekiler Ali usta Gayım Hasan seni duymadı herhalde deyince;
Çoralların Ali amca kapıya çıkar.
-Hasan, Hasan valla kendimi minareden atıyon desende bu kahveyi yudumlaya cam, sarı tütünü de içeçem öyle gelecem diye minareye doğru bağırır.
Anlatan: Mustafa AYSOY Emekli
ALEYBEYOĞLU HÜSEYİN & ÇORALOĞLU ALİ
Camlı kahve: muhabbetin kaynadığı akla gelenin yapıldığı yerdi. Hele Ramazan olunca vazgeçilmez mekanlardandı.
Teravih sonrası Çoraloğlu ve Aleybeyoğlu ve diğer arkadaşları kahvede muhabbet ederler. Söz Çoraloğlunun evindeki çulluklardan çıkar. Çulluk Şöyle güçlü böyle güçlü, böyle iriyarı, Derken yarıştırmak, dövüştürmek isterler. Çoralların evden çulluk gelir. Aleybeyoğlu Hüseyin amcanın evden de çulluk gelir. Dövüştürtürler. Tabii ki birisi yenecek birisi yenilecek. Herhalde Çoraloğlunun çulluk yenilmiş ki Çoraloğlu şöyle der.
-- Hüseyin’a bir çulluk kazan eniğinde kaybolur. Deyince. Aleybeyoğlu
-- Bir arkadaş göndersek olur mu? diye cevap verir. Çoraloğlu
-- Yanında ne istersin der. Aleybeyoğlu
--Tezpişti iyi gider. Canım tezpişti çekti. diye cevap verir.
Bir çulluk Çoraloğlundan, bir çullukta Aleybeyoğlundan iki iriyarı çulluk pişirilir. Yanında da tezpişti tatlısı sahurda 5/6 arkadaş Çoraloğlunun evde ziyafet olur, yenilir içilir. Yine sabah namazına Ulu camiye gelinir. Evden kimse bey mübarek Ramazan şimdi çulluk zamanı değil falan diye hiç itiraz olmaz. Hem çulluk sahura yetiştirilir, kesilir temizlenir. hem de tezpişti yapılır. Misafirlere ikram edilir. Muhabbet bu kadar sargın ki. Zahmet vermek gibi düşünceden uzaklar.
Anlatan :Ali UTSAL kasap
YİRİK BEKİR & TOKMAK ALİ
Yirik Bekir ramazanda ikindi namazından sonra sinirlerin gerildiği hararetin tavan yaptığı sırada fırına gelirdi. ‘’Cümleten selamın aleyküm’’ der hemen ardından bağıra, bağıra
--Mehmet hamur gelmiş mi bi bak bi, çakır olmasın. Derdi
Fırıncı Tokmak Ali’nin oğlu Gelmiş Bekir Abi diye bağıra bağıra cevap verirdi.
Yirik Bekir ikinci kez
--Kürekte çalışan Halil ustaya
--Halil hamur gelmiş mi, Kabargın mı, Hamur gelmişse bizim iki pideyi atıver bi. Diye bağırır yan gözle de Tokmak Ali’ye bakardı. Fırıncı Tokmak Ali olanı biteni seyreder. Kızardı ama bi şey demezdi. Tokmak Ali cevap vermeyince Yirik Bekir tekrar ‘Mehmet hamura bi elle bi’ der az sonra ‘’Halil usta hamur kabarmış mı, fırının tavı nasıl.’’ Diye sorardı.
Tokmak Ali dayanamaz ‘Hamuruna da, ateşine de, Elleme lee hamura’ bilmem neyini nettiğim, diye hamur haneye bağırırdı. ‘Sizin başlarım takazalarınıza, anasına sattıklarım, diye araya da sık sık sinkaf söz söyler …goduklarım derdi. Tokmak Alinin kızdığını gören Bekir TURAN durur mu üstüne üstüne varırdı. ‘Mehmet hamura bak bi, Halil hamur kabarmış mı?’’ Derken Tokmak Ali söve söve elleme lee hamura, ne elleyon. ….hemen ardından …….. godogumun derdi. Fırında pide sırası bekleyenlerde olanlardan hoşnut olurlardı. Pide sırasının gelmesini de istemezlerdi. Zaten halka da seyir lazımdı.
Olan bitenden yapılan yeminlerden rahatsız olan Halil usta Şunlar Bekir Abiyin pideler der pideleri Tokmak Ali ye uzatırdı.
Tokmak Ali ‘’leee ….godumun, sırayı burada ben takip ediyon, önce gelenler varıkan sen nasıl Bekir abisine pideleri veriyon. Önce gelenler ne olacak.. Sırada öne geçmek kul hakkı olmuyor mu? Bunun vebali senin haaa.. Ben neyin burda
Halil usta ‘Ali Abi birbirinize söve söve bi kaldınız, ver pideleri Bekir Abi gitsin de sövmeler bitsin. Der.
Tokmak Ali ‘lee godumun hıyarı sen işine bak, Bekir Abeyinden rahatsız mı oldun. Bak Bekir dostunu düşmanını bil… Ben sana altı üstü kızarmış pide ayırıyordum amma…der.
Yirik Bekir ‘Halil beni sever’ deyince Tokmak Ali ‘Halil o giderse biz kiminen atışacağız aslanım niye Bekir’i savuyon başından der...
Yirik Bekir ‘Ver len pideleri, seni avuttuğumuz yeter. Haden iyi iftarlar der giderdi. Sırada bekleyenler Bekir Abi ezana daha var deseler de Bekir TURAN yarın buluşalım derdi.
Anlatan: İbrahim KUTSOY
HAMAMCI KAZIM & ALEYBEYOĞLU HÜSEYİN
Bu iki muhterem büyüğümüz ise Ramazanda Kasaptan eti alırlar. Parçalatırlar. Ellerindeki listeye göre o kasabın işçileri ile veya küçük çocukları ile listedeki adreslere gönderirlerdi. Tabii ki eti dağıtan kişilerinde bedelini fazlasıyla verirlerdi.
Bunlara sorarlardı. Hüseyin amca bu eti gönderdiğin kişinin başka bir şeye ihtiyacı olur para versene derlerdi. Aleybeyoğlu Hüseyin amca ‘’Oğlum doğrusunuz. Bir şey demem ama ben et göndermeyi uygun gördüm.’’ Derdi kibarca.
Kazım amca ise ‘’hee ben cigara parası vermem. Evin reisi et almaz. Çoluk çocuk bi et yesinler derdi. Zaten et giderdi. Ama kim gönderdi bilinmezdi. Götüren bunu şu gönderdi demezdi. Afiyet olsun der ayrılırlardı. Her Ramazan Kazım amca gibi veya Aleybeyoğlu Hüseyin amca gibiler böyle yapardı . Et 2 veya 2.5 kilo olurdu.
DİNAMODAN EMEKLİ TETİR HALİL AMCA
Halil amca nevi şahsına münhasır kişilerdendir. Mübarek Ramazan Ayında Konak Köprüsünden (belediye meydanı)ikindi namazına gelmek için erkenden yola çıkardı.
Yolda kollarını sıvar, durur bi, yanları düğmeli pantolonun paçalarını sıvardı.
Uzun çarşıdan aheste aheste yürüyerek Ulu Camiye kadar gelirdi. Onun abdest almak için yolda hazırlık yapmasını kollarını ve paçalarını sıvamasını görenler namaz kılmaya heveslenirdi.
Yolda onu gören gençler, delikanlılar mantar tabancası patlatır veya ince teli daire ederek arasına mantar konur yürüyenin önüne atılırdı. Böylece mantar patlar. Yolda yürüyen sesten irkilirdi.
Gençler bu hareketi yoldan geçenlere yaptıkları gibi, Halil Amcaya da yaparlardı.
İlk mantar patlamasında Halil Amca şöyle bir bakar, geçer giderdi.
İkinci mantar patlamasında’ "İnnallahe Meassabirin" (Muhakkak ki Allah Sabredenlerle Beraberdir.) der yine yoluna devam ederdi.
Üçüncü mantar patlaması ile sağına soluna bakar. Kimseye bir şey demeden yoluna devam eder. Mırıldanarak ‘’İnnallahe Meassabirin" (Muhakkak ki Allah Sabredenlerle Beraberdir.) der yine yoluna devam ederdi.
Mantar patlaması 4/5 oldu mu; usul usul konuşarak, Çocuklar ben orucum ağzımın da ölçüsü yok. Beni günaha sokman. Mübarek Ramazan tadında gon gayim oldu mu derdi.
Bundan sonra şakada devam edenleri yakalarsa birkaç pataklar. Yakalayamasa da ulan sizi bana Ramazanlık mı verdiler be şarlatanlar diye söylenirdi. Mırıldanarak ‘’İnnallahe Meassabirin" (Muhakkak ki Allah Sabredenlerle Beraberdir .) der yine yoluna devam ederdi.
Geçmiş zaman olur ki hayali cihana bedel.
Anlatan : Mustafa AYSOY emekli
KAHVELERDE TOMBALA OYNANIRDI
Sene 40 lı, 50 li yıllardı. Kahvelerde tombala oynamak meşhurdu.
Radyo televizyon bilgisayar yoktu ki. İnsanlar eğlencelerini kendileri icat ederdi.
Tombala oynanan yerde oyunda birinci Çinko’yu yapan ‘’Çinko’’ diye bağırır.
Oyunu idare eden birinci Çinkonun hediyesini verirken
’’Al aslanım anana bi damalı fıta, ver giysin.’’
İkinci Çinkoyu yapana hediye ‘’Al aslanım sana da bi kara kıvrak, ver anana giysin.’’diye bağırırdı.
Diğer oyunlardaki çinkolarda ise hediyeler ‘’bakır kalaylı dığan, söyle anana bununla ıspanak kavuruversin. Üstüne yumurta çakıverirse bekte güzel olur yani.’’derdi
Diğer Hediyelerde ise ‘’ Al sana ilimken, baban gaz yağı alıverirse, aydınla cık olur her yer.’
Amanın ne hediyeler olurdu, ne hediyeler. Mesela yün çorap, kenarı işlenmiş mendil, yağlık, süpürge, tenekeden saat kabı, hamam tası, fare kapanı, büyük küçük sepetler, mum, çıra, defter, kalem hediye edilirdi. Her hediyeye de mutlaka bir laf eklenir oda oyunun tadını getirirdi.
Nerde o zamanlar paramı var millette. Onbeş kuruş yirmi kuruş para… Ama hediyeler o zaman kullanılacak şeylerdi. Kahveci hediyelerden para kazanmazdı. Kahveye müşteri çekmek için taa o zamandan bunlar olurdu. Yani şimdi ki promosyon demi.
Eğer oyunu idare eden lafazan ise oyunun tadı çıkardı. Bir çok kahvede tombala oynanırdı. Zevklide olurdu. Çinko yapanlar hediye aldım diye sevine sevine evlerine giderdi.
Oyunlar sahura kadar sürerdi.
Hey gidi günler hey, Zaman testere gibi ömrümüzü biçmişte haberimiz yok.
Şimdi bunları anlayan bile kalmadı…
KEÇECİ OMAR AMCA
Ezanın Türkçe okunduğu yıllarda idi. Keçeciler Ramazanda gece çalışırdı. Teravih namazını kılar. Hangi hamam müsait sıra nerede alındı ise oraya yakın camide namaz kılınırdı. Gabaların Ahmet amcanın keçeci hamamında sıra alınır. Namazda Çavuş camisinde kılınacaktır. Keçeci Omar müezzinlik yapar başlar ezan okumaya sıra ‘’haydin namaza haydin namaza’’ diyecek yerde ‘’haydin hamama, haydin hamama’’ diye ezanı okurken zihninde keçecilerin namazdan sonra hamama girmesi var ya kafa oraya gidiverir. ‘’haydin hamama haydin hamama ‘’der. Uzun zaman keçeciler arasında bu konuşulur. Kabri cennet olsun Keçeci Omar çok tecmicaldi. Aceleci iş oluversin bitiversin. Diye gayret ederdi. Öyle olunca da bu gibi zor anlarda çıkıverir karşına .
TOPALAK
1950’ler de falan Eskilerde Topalak vardı. Lakabı Topalak idi. Parkı beklerdi. Park çok büyüktü. Şimdiki Belediyenin olduğu yerde parkın içinde idi. Parkta çok büyük havuz vardı. Topalak oraları temizler bekler. Havuzu temizlemek gibi vs idi görevi. Bir de Ramazanlarda yakadan Ramazan topu atardı. Yaşlandığın da bir Ramazan ayında büyüklerin sohbetinde dedi ki:
-‘Ulen bu millete on dakika önce oruç açtırdım da yine de yaranamadım.’ Dediğini kendinden duydum. Orada bulunan arkadaşları arasında bir gülüşme geçti.
Ulen Topalak bu veballeri nasıl ödecen dediler. Oda boynunu büktü Allah affetsin gayim dedi. O zamanlar teknoloji bu kadar ileri değildi. Top atıldı mı millet orucu açardı. Şimdi televizyonda her şey ayan beyan öyle kara gürültü yaptıkta oluvedi olmaz artık. Her şey kendi devrinde güzeldir.
Şimdi birisi çıkacak Ramazan topunu önceden atacak o adamı görevden alırlar, linç ederler. İftar saati bir sene önceden belli öyle değil mi? Bak bu anlattığıma gülmüyorsun bile sana ne kadar uzak yaa..
Anlatan: Ahmet AKDAĞ Emekli- Hisar mh.
RAMAZAN TOPU BEKLERKEN
Akşam iftar topu atılmadan 5/10 dakika önce damlara çıkılırdı. Herkes yanında bakır bardaklarda su alır. iftarı açmak için Ulu caminin minaresine bakarlardı minarede ışıklar yanınca yakadan da top atılırdı. Bu arada yassı taşlar üst üste yığılır. Başka bir taşınan da top atılınca o üst üste yığılı taş vurularak devrilir yıkılırdı. Bu oyunu oyalanmak oynamak için büyük küçük zengin ağalar fakirler oynardı. Her halde bu günüde devirdik anlamına mı geliyordu ne.
Sandıklıya elektrik geldiğinde camilerin minareleri ışıklandırıldı. Cami görevlilerinde birlik beraberlik bir başka sevgi saygı hürmet vardı. Ulu caminin minaresi yanınca diğer camilerin minareleri şerefeleri öyle yanardı. Ulu camiden önce hiç birisi yanmazdı. Ramazanda Ulu caminin minaresi şerefesi yanınca yakadan Ali Osman amca topu fitillerdi. Bizlerde bu durumu seyretmek için yakaya çıkar bakardık Ali Osman amcanın top atışına/ topu fitillemesine. Mescit camisinin önünden çıkılırdı. Şimdide öyle ya. İnişimiz kolay olurdu. Yokuş aşağı ya bi seyirdir dik. Çorbaya evde olurduk. Mesela bak Ali; ‘ Müftü Ahmet efendi,imam İbrahim efendi, Kara müezzin dükkanın önünden geçer kene herkes ayağa kalkar hürmet ederdi. Onlarda bu hürmete layık idiler. Hiçbir zaman onları adabımuaşeret dışı görmedim. Çok sevilen sayılan kişilerdi. Eskiden Ulu cami ezana başlamadan diğer camiler ezana başlamazdı. Beklerlerdi Ulu caminin ezana başlamasını. Eskinin yaşantısı bir başka idi.
RAMAZAN DAVULCULARI
Eskiden (yani 48-55’li yıllarda) Ramazan davulculuğunu Davulcu Yusuf yani Kenan’ın Yusuf ile Börek Yusuf, iki Yusuf birlikte beraber yaparlardı. Davulcu Yusuf Isparta’da otururdu. Bir rivayette ise daha sonra Dinar’da ikamet etmiş. Ramazan da mutlaka Sandıklı’ya gelirdi/getirilirdi. Börek Yusuf ile beraber mahallesine, sokağına göre, hatta her evin sakininin tabiatına, mesleğine, ekonomik durumuna arzusuna göre her kapıda ayrı ayrı mani söylerlerdi. Börek Yusuf ev sahiplerini tanırdı. Burada şu oturuyor bu oturuyor diye Kenan’ın Yusuf’a derdi. Börek Yusuf bir de fennus taşırdı. Verilen hediyeyi heybeye doldururdu. Kapı açılır ev sahibi elinde bişilerinen bakınır bu durumu gören Kenan’ın Yusuf yanıdakine(börek Yusuf’a) ‘de len nebennene bakıp durma al şunu bak kapı açıldı’’ der börek Yusuf veya o sene yanındaki kim ise hediyeleri heybeye doldururdu. Sokaklar fennusla aydınlanırdı. Geçeler karanlıktı elektrik yoktu. En güzeli de şayet geceyi Aydede aydınlatırsa çok romantik bir ortam olurdu. Aman Yarapbim. Davulcu Yusuf her evin önünde doğaçlama olarak o an aklına geleni söylerlerdi. Manisi boldu. Söylenen manide o evin sakinlerine uyardı. Ya mesleği, ya adı, ya sokağı, bişi si mutlaka manide geçerdi. Onların arkasında gezen çocuklarda hoşuna giden manileri alkışlardı/alkışlardık. Hatta büyüklerden de onun manisini dinlemek için arkasına düşen, onunla gezen orta yaşlılarda olurdu. Eve varınca annemize babamıza Davulcular şurada şunu söyledi, burada bunu söyledi diye anlatırdık. Onların manisi sofra da mevzu/konu olur konuşulurdu.
Onlar mani söylerken arkasında da mahallenin çocukları toplanırdık, onların manilerini dinlerdik. Onlarla beraber sokak, sokak dolaşırdık. Kişinin zevkine göre müzik çalarlardı. Kim nerede oturuyor bilirlerdi. O kişi hangi şarkıyı çok seviyorsa ona göre o kişinin evinin önünde sevdiği şarkıyı çalarlardı.
Mesela o şahıs ‘’Ümmü Türküsünü’’ seviyorsa onun evinin önünde mutlaka ‘’Ümmü Türküsü’’ çalınırdı.
Veya o şahıs ‘’Cezayir Türküsünü’’ seviyorsa onun evinin önünde de mutlaka ‘’Cezayir Türküsü’ çalınırdı.
Eğer kişi Hatcem türküsünü seviyorsa onun evinin önünde de Hatcem türküsü çalınırdı..
Hisar mahallesinden Gabaların keçeci Ahmet amcanın evinin önüne gelince onun Dinar da da iş yeri vardı. Bunu bildiğinden
Dinar yolları büklüm büklüm
Gülünen sümbül yüküm
Kadir ağama söyleyin
Yolculuk var bugün (*9) diye mani söylerdi
Sandıklı’da Akdere sokakta mutlaka
Davulumun adı Veli
Arkama düştü bi sürü deli
Yetiş ya Hazreti Ali
Diye bu mani söylenirdi. Eğer bir hocanın evinin önünde ise davulcular.
Uyandırır, uyandırır
Gül yastığa dayandırır
Hocama da yengem
Sade kahveyi beğendirir. Diye manisini söylerlerdi.
Bu maninin türlü versiyonları da vardı.
Uyandırın, uyandırın Uyandırın, uyandırın Uyandırın uyandırın
Gül yastığa dayandırın Gül yastığa dayandırın Gül yastığa dayandırın
Ahmet ağama Benim ağam Ali cenap Aman Cavit ağama
Şekerli kahveyi beğendirin Sade kahveyi beğendirin ikinci karıyı beğendirin
Bazen de eşi vefat etmiş ama kısa zaman önce de ikinci evliliğini yapmış birine böyle mani söyledi. İkinci evliliğini yapmış o adam iç çamaşırları ile cama çıktı alkışlamıştı. Topal Yusuf elini bağrına götürdü başını biraz öne eğdi. İyi gecelerin olsun ağam dedi, geçti. Geniş karınlı işte, Hoşgörü bu oluyor demi.
Mesela sarraf Acemin Mehmet ağa vardı. Onun evinin önünde
Mehmet ağam, Mehmet ağam
İster inek, ister keçi sağam
Ramazanın mübarek olsun
Bayramına kurban olam. (*2)
Diye mani söylerlerdi.
Veya başka bir ağanın evinin önünde ise
Davulumun ipi gaytan
Arkamda kalmadı mintan
İbrahim ağa göndersin
Sırtıma bi mintan(*5)
Mesela başka bir manide ise
Davulumu taktım boynuma Şekerim var ezilecek
Sahanı soktum koynuma Tülbentlerden süzülecek
Şu evde börek var Ver Ahmet’ a bahşişimi
Vermeyenin vebali boynuna Çok yer var gezilecek(*4)
Diye mani söylerler. Daha çok bahşiş alırlardı. O tarihlerde 25 kuruşlar hatta 50 kuruşlar gümüş idi. 25 kuruşun üzerinde arpa resmi vardı. O para çok değerli idi.
Kenan’ın topal Yusuf gece davul çalarken Kaymakamın evin önünden geçerken bakar ki perdeler açık içeri gözüküyor. Vurar davulun göbeğine ve söyler çekinmeden manisini;
Kuyuların dibi derin
Suları var serin serin
Ne yaptığınız görünüyor
Pencereye perde gerin(*8)
Diyerek manisini söyler duruma kaymakam kızar pencereyi açar ve davulcuya davul çalmasını yasaklar. Sabah olur durumu öğrenen Sandıklı halkı Bir heyet gönderir Kaymakama. Sandıklının ileri gelenleri durumda bir sakınca görmezler. Söylenenin gayet normal olduğu hatırlatma olarak kabul etmesini istirham ederler. Derler ki’’Efendim durum olağan üstü sizle Yusuf arasında bizleri mahrum etmeyin olay tamı tamına sayılmaz.’’derler Kaymakamda tekrar davul çalınmasına müsaade eder. Sandıklı halkı ramazan davulcusuna sahip çıkar. Bu durum da kaymakamın hoşuna gider.
Demiştik ya hani her kapıya bir manisi olurdu. Sadece erkeklere değil tanıdığı kadınlara da mani söylerdi.
Dam başında tepisi Bakla koydum tavaya Dolaptaki peynir mi?
Aya bakar hepisi, Başladı oynamaya Alge bakem bi yenir mi
Fatma abama bakarsan Hatça kadın çıktı cama topçu daracığına girince
Ayşe abamın tepisi (*7) Başladım oynamaya (*7) Davulun sesi gelir mi?(*7)
Memiş daracığında ikamet eden Mustafa Ali AKBAY vardı. Ramazan davulcusu Kenan’ın Yusuf Daracığa girer;
Daracık sokaklarda mı kaldın
Kenan’ı gelmez mi sandın
Böreğimizi vermedin
Yoksa üstüne mi yattın (*6)
Diye davulu çalar maniyi söylerdi. Mustafa Ali Akbay da gece iş donu göynek çıkar gelirdi.
‘’Hiç gelmez misin, kel goz tabi gelirsin/geleceksin derdi. Üç Beş dakika muhabbet ederlerdi.
Herhalde en çok;
Örek ister, dilek ister Örek ister, dilek ister Hisarın ardı bayır
Ulu cami direk ister Ulu cami direk ister Gülü dikenden ayır
Benim karnım tok amma Benim karnım tok amma Bir tas su versene
Yusuf ağam börek ister (*2) Yusuf’un canı tatlı ister (*2) Hem sevaptır hem hayır(*2)
Diye ekmek,su çıkacak kapıya dileklerini söylerlerdi. O evin sakinleri anlarlardı ki davulcuların karnı aç, hemen tepsi hazırdı o evin sofrasında artık ne varsa gelirdi. Su isteniyorsa bakır sürahi ve bakır tas ile su gelirdi. Yemek yenir tatlı yenirde duası olmaz mı?
Men men ovası
Sağsanak yuvası
Bu kadar olur alaçaşın duası
Lillahi Fatiha (*5)
Diye duası olur. Davulun çıbığı ile davula vurarak müsaade alınır o evin önünden ayrılırlardı.
Ramazanın sonları yaklaştı mı Kenan’ın Yusuf’ta manileri de ayrılığa hazırlanırdı.
Elimi vurdum sahana
Sahan değil mahana
Haydi arkadaşlar kalkın
Az kaldı Ramazan’ın sonuna (*1)
Zaten 955’ler de, herhalde o tarihlerde olacak Börek Yusuf Belediye tellallığına geçti. Sesi gür ve çevreyi de iyi tanırdı. Yusuf’un biri tellal olunca diğeri de ondan sonra gelmedi gayim. Ali, kulağını beri ver bakayım bi. Bizim eski kültürümüz böyleydi. Mazinin bilinmesi istikbalin teminatıdır. Bunların unutulmaması lazım demi.
Kaynak: *1Mustafa Başbunar
*2Hazır Elbiseci Mehmet TOPBAŞ,
*3Ellezlerin Mustafa AYDIN .
*4Halk Kütüphanesinden emekli Muammer GÜLBAHÇE
*5Keçe Dayı Mustafa ELDENİZ
*6Mustafa Pekbey
*7Şener abi belediyeden emekli
*8Hacı Yusuf Arıkuşu
*9 Gabaların Yunus Kalpalp
Eskiden Ramazan hazırlıklarında evlerde kilerler dolar taşardı.
Her ev kilerdi eskiden ama şimdi çarşılar kiler oldu.
AZİME NİNE
AZİME KOÇPINAR (25.04.1927 Doğumlu)
Ramazan Bayramında kaynatamlara mutat bayramlaşmaya gittim. Kaynatamın annesi rahatsız olduğundan onu ben eşim ve çocuklarım hep beraber ziyaret ettik. Eşimin babaannesi olan Azime ninenin odasına girerken selam verdik girdik. Bana hoş geldin oğlum Ali diyerek selamımızı aldı, buyur etti. Sonra eşime adı ile sonra oğlum ve kızıma da adı ile hoş geldiniz dedi. Bayramlaştık sıra ile ninemizin elini öptük. Cenabı Allah Rabbim nice bayramlara hayırlısıyla, sağlıcakla kavuştursun diyerek bizlere dualar etti.
Ben ninem nasılsın maşallah adımızı, kim olduğumuzu hatırlıyorsun. Maşallah dedim. Ninem kaç yaşındasın diye sordum. 84 yaşında olduğunu hayatın hiçbir devresinden şikâyeti olmadığını hayatında hiçbir şeyin zoruna gitmediğini ama yaşlılığın çok zor geldiğini beyan etti.
Çocukken köyün sırtındaki dağda koyun güttüm. Hiç zoruma gitmedi.
Köyden koca inekleri Abdi çeşmesine sulamaya götürdüm getirdim de hiç zor olmadı.
Anama babama kardeşlerime harmanda sabahlara kadar aç susuz yardım ettim çalıştım da hiç gücüme gitmedi.
Düvene atı bağladılar sabaha kadar döndüm durdum. Samanı kağnıya yükleyip samanlığa getirdim. Samanlığı doldurdum. Bide onu sıkıştırmak için çiğnemek lazım. Samanı getirmek atmak zahmetlidir. Hiç zoruma gitmedi bunlar.
Hep kendi ihtiyacımı kendim gördüm. Kimseden bir şey istemedim. Ayaktasın şunu ver bi demedim. Kalktım kendim aldım. Sofrada bile suyu, ekmeği, kaşığı çatalı, ben vermeye çalıştım.
Ama herkese yardımcı oldum.
Zamanı geldi evlendik. Çoluk çocuk sahibi olduk onları büyüttük.
Hastalandılar da sabahlara kadar başını bekledim. Sabah oldu. Aharda hayvanları sağdık. Sütü yoğurt çaldık. Peynir ettik. Sonra tarlaya gittik. Akşama kadar çalıştık. Bi başıma değildim tabii ki. İşten hiçbir zaman yılmadım. Başladığım her işi bitirdim. İş benden korkardı. Hayatı hiç ayağıma dolamadım.
Eve döndüğümüzde bir de kocamın gönlünü ettik. Derken eşim üzerime kuma aldı. O bile zor gelmedi de…
Torunları severken onları da evlendirmeye başladık. Bak Fehmi, Fatma Nisa torunumun çocukları onlar bile bak, kocaman oldular yaa...
Birde Mehmet Ali’m iyi olup gelse de yüzünü görsem. Yavrum telefon edip duruyor Anam nasılsın deyip hal hatır soruyor hastaneden. Doktor taburcu edince iyileşmiş olarak gelecek yavrum. Ya Rap çocuklarıma dermen ver yarapbim. Dua edip duruyor. (Oğlu Mehmet Alinin öldüğünü bilmiyor. Hala oğlunu sağ biliyor. Söylemediler oğlun öldü diye. Hastanede oğlun gelecek dediklerinden onu dört gözle bekliyor.)
Oğlum Ali şimdi bir tas su verirlerse içeceğim. İstemek çok zor, Bi kap yemek verirlerse yiyeceğim. Ben böyle alışmadım.
Ninem seninle ilgilenmiyorlar mı? Dedim.
Hayır. Allah var. Bağrıma cehennem ateşi konur ilgileniyorlar. Ben ilgisizlikten yakınmıyorum. Ben hep kendi işimi kendim gördüm. Kimseye eyvallah etmedim. Şimdi ise ayaklarım beni taşımıyor gayim. Kendi işimi kendim göremiyorum. Ben başkalarına hep hizmet ettim.
Başkaları dedim. Kime diye sordum.
Eşime, çocuklarıma, anama, babama, kardeşlerime yani dedi.
Evet dedim. ‘’İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.’’ dedim.
Ya; Ben herkese faydalı olmaya, yardımcı olmaya çalıştım. İşlerini gördüm. Bir şey istediler verdim. Şimdi ‘’şunu ver’’ demek kadar zor bişi yok. Hayat hep güzeldi. Yaşlanıncaya kadar. Ali yaşlılık zor be oğlum. Yaşlılık çok zor. Yaşlılık çok gücüme gidiyor.
Ninem yanındakiler kızın, gelinin, oğlun, torunun niye bişi istemek niye zoruna/gücüne gitsin. Hiçte gitmesin ninem dedim.
Olsun Allah kimseyi başkasına muhtaç etmesin. Alan el olmayasın. Veren el daima üstündür yavrum dedi. Hayatım da fedakârlığı hep ben yaptım. Kimseden fedakârlık beklemedim. Şimdi şu odadan çıkmak, o dağları, Koca kumalar yaylasını, çeşmeleri, Abdi çeşmesini, Mırtızaoğlu çeşmesini, hıdır boğazındaki çeşmeyi, harman yerini görmek, karasığırı sağmak istiyorum. Koyunların kuzularını doğurunca yalamasını görmek istiyorum. Kuzuların ilk zamanlarında zar zor ayağa kalkmasını görmek istiyorum. Ama evlada be… Ne güneşe yar olduk, ne gölgeyle arkadaş kaldık. Çıktık hayat yoluna, varise az çok hayır hasenat işte onlarla yolun sonuna az kaldı be….
Azime nine bize bayramda bunları anlatınca hoşuma da gitmedi değil. Paylaşmak istedim. 30 Ağustos 2011